"F-G-H" harfiyle baslayan deyimler

F

Faka basmak: Tuzaga düsmek, aldatilmak."Beni nasil faka bastirdilar anlayamadim bir türlü!"

Fareler cirit oynamak: Bir yer issiz olmak, kimseler bulunmamak."Koca köyde fareler cirit atiyordu."

Farkina varmak: Gözüne çarpmak, orada bulundugunu anlamak, fark etmek."O kalabalikta senin farkina varacaklarini sanmiyorum."

Felce ugramak: 1. Bir isin tamamen bozulmasi, durup ilerleyemez olmasi. 2. Hastalik sebebiyle organlarinin bir kismi çalisamaz duruma gelmek, kötürüm olmak."Yaptigimiz isin felce ugramasindan korkuyorum."

Felegin çemberinden geçmek: Hayatta çok günler görmüs, aci tatli olaylar yasayip tecrübe kazanmis, olgunlasmis."O ihtiyar mi? Felegin çemberinden geçmis biridir o."

Fellik fellik aramak: Telâsla, hemen her köseye bakarak heyecanla aramak."Bütün her yeri fellik fellik aradim ama biçagi bulamadim."

Felsefe yapmak: Olaylarin sebep ve sonuçlari üzerine kendince birtakim soyut düsünceler ileri sürmek.

Fena etmek: Kötü duruma düsürmek, isini bozmak, zor durumda birakmak, dövmek."Biraz daha konusursan seni fena edecegim."

Fener alayi: Bayram gecelerinde kalabalik halk topluluklarinin, ellerinde fener veya mesalelerle sehri dolasarak yaptiklari gösteri.

Feragat sahibi: Gönlü tok, özveri gösterebilen, fedakârlik yapabilen.

Fermanli deli: Deli oldugu herkesçe bilinen, zir deli."Halk bu ülkeyi fermanli delilerin eline birakmayacaktir."

Ferman dinlememek: Kural, yasa, söz dinlememek; hiçbir yerden buyruk almamak."Âsigin gönlü ferman dinlemez oldu."

Fesat kumkumasi: Tamamiyle kötülük düsünen, insanlari birbirine düsürecek isler yapan, ortaligi karistiran.

Firildak çevirmek: Düzen kurmak, hileli is görmek."Yine ne firildak çeviriyorsun sen?"

Firsat düskünü: Çikar saglamak, kötülük yapmak için firsat kollayan kimse."Firsat düskünü insanlardan nefret ederim."

Fikir almak: Birinin düsüncesinden yararlanmak."Fikir alinacak insanlar konularinda ehil kisiler olmali."

Fikir vermek: 1. Bir konuda düsüncesini bildirmek. 2. Bir konuda yol gösterici bilgi edinmek."Nasil yapmaliyim? Bana biraz fikir versenize."

Fikir yürütmek: Bir konu üzerinde kendi düsüncesini söylemek, tahminlerde bulunmak."Bu konuda fikir yürütmek isime gelmiyor."

Fincanci katirlarini ürkütmek: Zarari dokunacak bir kimsenin hosuna gitmeyen bir davranista bulunmak."Kaymakamla konusurken dikkatli ol, fincanci katirlarini ürkütme sakin!"

Fink atmak: Hiçbir seye aldirmadan gönlünce gezip eglenmek, surada burada oynayip ziplamak.

Fiskos etmek: Birilerinin bulundugu bir yerde birkaç kisi gizlice ve alçak sesle konusmak."Utanmiyor musunuz bu kadar kisi içinde fiskos etmeye?"

Fitil olmak: 1. Çok içip sarhos olmak. 2. Asiri ölçüde kizmak."Fitil oluyorum su adamin hareketlerine!"

Fitne sokmak: Insanlari birbirine düsürecek, aralarini bozacak davranista bulunmak, sözler sarf etmek.

Fiyat biçmek: Bir seyin degerini belirlemek, para karsiligini tespit etmek."Bu malin fiyatini biçmek o kadar kolay degil."

Fiyati dondurmak: Fiyatin yükselmesini önlemek, fiyatlarin oldugu gibi kalmasini saglamak."Belediye et fiyatlarini dondurmaya yanasmiyor."

Fiyat kirmak: Fiyati birilerinin verdiginden az vermek, fiyati düsürmek."Müteahhitlerden ikisi anlasarak ihalede fiyat kirma yoluna gittiler."

Fol yok yumurta yok: Ortada (bir konu ile ilgili) hiçbir belirti olmadigi hâlde varmis gibi bir kuskuya düsmek."Henüz ortada fol yok yumurta yok, sen adama para ödemeye kalkisiyorsun."

Fora etmek: Açmak, çözmek."Bütün yelkenleri fora ettik."

Formül bulmak: Bir çözüm, isi çözümleyecek çikar yol bulmak."Sabahtan beri bir formül bulmaya çalisiyorum, sense yatiyorsun!"

Forsu kalmamak: Sözü geçmez olmak; bir konuda sayginligi, gücü kalmamak."Adamlari arasinda da forsu kalmayacak onun."

Foyasi meydana çikmak: Yalani, dolani, hilesi, kötü niteligi, kusuru ortaya çikmak."Yakinda onun da digerleri gibi foyasi meydana çikacak."

Fukara babasi: Yoksullari koruyup gözeten, onlara yardim elini uzatan, elden geldigince yardim etmeyi seven kimse.

Funda demir etmek: Demir atma komutu vermek."Körfeze iyice girince kaptan funda demir edin dedi."

Fütur getirmemek: Bezginlik getirmemek, umutsuzluga düsmemek."Sakin fütur getirme, göreceksin basaracagiz."

 

G

Gafil avlanmak: Hiç beklenmedik bir sirada yakalanmak, habersiz ve hazirliksiz oldugu sirada zor duruma düsürülmek."Ben gafil avlanacak bir insan degildim ama oldu bir kere."

Gaflet basmak: Uykusu gelmek."Siz konusurken beni bir gaflet basti ki hiç sorma, sizin konustuklarinizi anladim diyemem."

Gam yememek: Kaygilanmamak, tasa etmemek, üzülmemek."Seni bir kez daha gördüm ya, artik gam yemem."

Gani gönüllü: Cömert, eli bol, vermekten kaçinmayan."Gani gönüllü insanlara artik günümüzde pek rastlanmiyor."

Gâvur etmek: Bosuna harcamak, ise yaramaz duruma getirmek, yerinde harcamamak."Onca parayi bu eve verip gâvur etti."

Gâvur inadi: Yok edilemeyen, önüne geçilemeyen, yumusatilamayan inat."Adamin yine gâvur inadi tuttu, gelmem deyip duruyor."

Gazel okumak: 1. Gazel söylemek. 2. Kandirmak ve oyalamak için bos sözler söylemek."Bosuna gazel okuma, kandiramazsin beni!"

Gece kusu: Geceleri gezip dolasan, bunu huy edinen kimse."Bizim oglan iyice gece kusu oldu."

Geceyi gündüze katmak: Ara vermeden, devamli çalismak; büyük çaba göstermek."Geceyi gündüze katip çalistik ve bu evi yaptik."

Geçer akçe: Herkesçe aranilan, begenilen, degerli (sey)."Elimizdeki tek geçer akçemiz su arabadir."

Geçimini saglamak: Yasamak için gerekli olani elde etmek."Geçimini saglamak için hemen her yola basvurdu."

Geçmisini karistirmak: Birinin ölmüslerini yermek veya onlara sövmek.

Geçti Bor`un pazari (sür esegini Nigde`ye): "Is isten geçti artik, firsati kaçirdin" anlaminda kullanilir.

Gel gelelim: "Fakat, ama, ancak" ve "Ne çare ki.." anlamlarinda kullanilir."Gel gelelim onlara, daha teklifimizi kabul etmediler."

Gelip çatmak: Vakti gelmek, kaçinilmaz olmak, çok yakinda olmak."Ödeme gününün gelip çatacagini hiç düsünmedin mi?"

Gel keyfim gel: Bir durumdan duyulan memnunluk, islerin yolunda gitmesi anlatilir.

Gel zaman git zaman: Aradan epeyce bir zaman geçtikten sonra."Gel zaman git zaman bu ikisi beraberce yaptilar bu evi."

Gemi aziya almak: 1. Söz dinlemez olmak. 2. At, gemi azilari arasina alip etkisiz birakarak süvarisinin yönetiminden çikmak ve kendi istedigince kosmak.

Genis gönüllü: Heyecan ve telâs göstermeyen, merak etmeyen, olaylari hos karsilayan."Genis gönüllü olmak benim için o kadar kolay degil."

Geri basmak: Geri geri gitmek."Heyecanlaninca geri basmaya basladi."

Geri çekilmek: 1. Kaçmak, bulundugu yerden arka arkaya dogru gitmek. 2. Karistigi bir isi sürdürmekten ya da sürdürenler arasinda bulunmaktan vazgeçmek."Düsmanin çoklugu karsisinda geri çekilmekten baska çaremiz kalmamisti."

Geri çevirmek: 1. Iade etmek, geldigi yere göndermek, kabul etmemek."Ona aldigim hediyeyi rüsvettir diye geri çevirdi."

Geri durmamak: Bir ise girmekten kaçinmamak, o ise girismek."Ona bu isi yapmaktan geri durmamasini söyle, sonunda basaracaktir."

Geri hizmet: 1. Ordunun çesitli gereksinimleri ile ilgili islerin tümü. 2. Etkinligi ikinci dereceden sayilan, kolay görev."Senin bu savasta, geri hizmette bulunacagini söylediler bana."

Geri kafali: Yenilikleri kabul etmeyen, bagnaz, kafasi hurafelerle dolu.

Gicik tutmak: Bir süre bogaz giciklanmasina yakalanmak, konusamamak."Gicik tuttugu için konusmasini yarida kesmek zorunda kaldi."

Gicik vermek: 1. Birini kizdirip sinirlendirmek. 2. Bogazi yakip kasindirarak öksürmeye yol açmak."Gicik veren bu tatliyi yiyemiyorum."

Gik dememek: Hiç sesini çikarmamak, yakinmamak, karsi çikmamak."Bütün hepsi üzerine yürüdü ama o gik demedi."

Gina gelmek: Usanmak, bikmak."Bu isten gina geldi artik."

Girla gitmek: 1. Bol bol ortaya dökülüp harcanmak. 2. Uzun sürmek.

Girtlagina kadar borca girmek: Pek çok, ödenmesi zor olacak sekilde borçlanmak."Nasil gülerim, girtlagima kadar borca girdim."

Girtlak girtlaga gelmek: Kiyasiya dövüsmek ya da dövecek hâle gelmek."Komsumla girtlak girtlaga gelecektik az kalsin."

Gidis o gidis: "Gitti ve kendisinden bir daha haber alinamadi" anlaminda kullanilir.

Göbegi çatlamak: Birçok güçlükleri yenmek için çok ugrasmak, pek çok çaba sarf etmek."Onu razi edecegim diye göbegim çatladi."

Göbek adi: Yeni dogan çocugun göbegi kesilirken konulan ad."Senin göbek adin nedir?"

Gögsü kabarmak: Iftihar etmek, övünç duymak."Senin basarilarinla gögsüm kabariyor oglum."

Gögüs geçirmek: Üzüntülü bir sekilde soluk almak, içini çekmek."Eski hatiralari gözünde canlaninca derin derin gögüs geçirdi."

Gögüs germek: Bir zorluga dayanmak, karsi koymak."Bu güne birçok zorluklara gögüs gererek geldik."

Göklere çikarmak: Asiri ölçüde övmek."Adami bu basit is için göklere çikartip simarttikça simarttilar."

Gökten zembille mi indi?: "Ona niçin ayricalik gösteriliyor?", "Onun ne özelligi var ki ona özel imkânlar taniniyor?" anlaminda kullanilir.

Gölge düsürmek: Bir seyin önemini ve degerini azaltacak, ününü düsürecek isler yapmak.

Gölge etmek: 1. Isiga engel olmak. 2. Bir isin yapilmasina engel olmaya çalismak."Gölge etme de su isi zamaninda yapayim."

Gölgesinden korkmak: Çok korkak olmak, en basit islere bile girmekten korkar olmak."Gölgesinden korkan adamlarla hiçbir ise girilmez."

Gönlü bol: Yeterli imkânlardan mahrum olmasina ragmen eli açik davranan, cömert.

Gönlü kalmak: 1. Gücenmek. 2. Istedigi hâlde elde edemedigi sey üzerinde istegi devam etmek."Gönlüm o vitrindeki elbisede kaldi."

Gönlü kara: Baskalari hakkinda kötü düsünen, onlarin iyiligini istemeyen.

Gönülden geçirmek: Bir seyi yapmayi düsünmek, olmasini istemek, o seyi düsünür olmak."Ben de o isi yapmayi gönlümden geçirmistim."

Gönlünden kopmak: Birine iyilik yapma ya da bir seyi verme istegi, içinde aniden doguvermek."Gönlünden kopani vermek kadar güzel bir sey olamaz."

Gönlüne göre: Istegine uygun olarak, diledigine göre."Allah gönlüne göre verir insallah."

Gönlü tok: Fazla para ve mal istemeyen, zorunlu ihtiyaci kadari ile yetinen, imkânlari az da olsa bunu hissettirmeyen, bu durumda dahi cömert olan."Onun kadar gönlü tok bir adam görmedim."

Gönül almak: 1. Sevindirmek, hosnut ettirmek. 2. Kirilan, gücenen bir kimseyi güzel söz ve davranislarla yeniden hosnut etmek."Daha fazla uzatmadan o çocuklarin gönlünü almalisin."

Gönülden çikarmak: Anmaz ve sevmez olmak."Onu gönlünden çikarmissin anlasilan."

Gönül eri: Açik yürekli, güvenilir, hosgörüsü genis, ehli dil (kimse)."O ihtiyar adam tam bir gönül eriydi."

Gönül kirmak (yikmak): Birini çok üzecek, gücendirecek davranista bulunmak."Gönül kirmakta üstüne yoktur onun."

Gönüllü gönülsüz: Pek de istekli olmayarak.

Gönül oksamak: Birini hos bir davranis ve sözle sevindirmek."Gönlünü oksamak mi istiyorsun, bir gül uzat ona."

Gönül yapmak: Hosa giden davranislarla veya sözle birinin kirginligini gidermek.

Görüs açisi: Bir soruna yaklasma, onu ele alma biçimi."Dar bir görüs açisi ile sorunlar çözümlenemez."

Gövde gösterisi: Belli bir amaç için güçlerini birlestiren kalabaliklarin yaptiklari gösteri."...partisi büyük bir gövde gösterisi yapti."

Göz açamamak: Islerinin yogun olusu sebebiyle baska bir seyle ilgilenme imkâni bulamamak."Su büronun isleri yüzünden göz açamiyorum."

Göz açip kapayincaya kadar: Çok çabuk, kisa bir zamanda."O isi göz açip kapayincaya kadar yapariz."

Göz açtirmamak: Baski altinda bulundurarak baska bir seyle ugrasmasina firsat vermemek."Çalisan isçilere hiç göz açtirmadi."

Göz alici: Alimli; sekli, rengi ve güzelligi ile dikkat çekici."Oldukça göz alici bir elbise."

Göz atmak: Kisaca, dikkatli degil de söyle bir bakivermek; üzerinde fazla durmadan elden geçirmek."Kütüphaneye söyle bir göz atip gitti."

Göz boyamak: Gösterisle aldatmak, bir seyi iyi gibi göstermek, kandirmak, yaniltmak.

Göz bebegi: Pek degerli, sevgili, çok önem verilen (kimse)."Babam benim göz bebegimdir."

Gözdagi vermek: Korkutmak, tehdit etmek, istedigini yaptirmak için yildirmak."Ona öyle bir gözdagi verin ki bir daha buralara ayak basmasin!"

Gözden çikarmak: Bir malin elinden çikmasina katlanmak, bir seyden vazgeçmek ve yokluguna razi olmak."Evi ister istemez gözden çikardilar."

Gözden düsmek: Kendisine daha önce duyulan sevgi ve ilgiyi kaybetmek."Eskisi gibi top oynayamayan Ali bir senede gözden düstü."

Gözden geçirmek: 1. Okumak. 2. Durumu incelemek. 3. Niteligini anlamak için bir seyin her yanina bakmak."Yapilan isleri gözden geçirdiniz mi?"

Gözden kaybolmak: Ortadan çekilmek, görünmez olmak."Adam biraz önce buradaydi ama gözden kayboldu."

Gözden irak olan gönülden de irak olur: "Ayri düsenlerin arasindaki sevgi de zamanla azalir" anlaminda kullanilir.

Gözden kaçmak: Farkina varilmamak, ortadan çekilmek, görülmemek."Nasil oldu da gözden kaçirdik onu."

Gözde tütmek: Çok özlemek, hasret çekmek."Yillardan beri gözümde tüten köyüme yarin kavusuyorum!"

Göz dikmek: Bir seyi ele geçirmek isteginde olmak."Komsusunun tarlasina göz dikti."

Göz doldurmak: Hâli, tavri ve görünüsü ile beklenenden çok etkilemek."Vitrine konan elbiseler göz dolduruyor."

Göze almak: Bir is nedeniyle karsilasabilecegi her türlü zarari ve tehlikeyi önceden kabullenmek."Vatan için kim ölümü göze almaz ki?"

Göze batmak: 1. Baskalarini asiri söz ve davranislariyla tedirgin etmek. 2. Kiskançliga, çekememezlige yol açmak."Her davranisinla gözüme batiyorsun. Kendine bir çeki düzen ver."

Göze çarpmak: Görünüsü ile dikkati üzerine çekmek."O uzun boyuyla hemen göze çarpiyordu."

Göze girmek: Yetenekleri ve davranislari ile çevresinde, bulundugu yerde sevgi ve güven kazanmak."Kisa zamanda göze girmeyi basardi."

Göze göz, dise dis: Misilleme; ayni biçimde kötülük yapip öç alma, kötülügü yapandan acisini çikarma."Düsmanla artik göze göz, dise dis mücadele edilecektir."

Göz gezdirmek: 1. Derinlemesine incelemeden okumak. 2. Bir seyi, bir yeri pek fazla dikkat etmeden çabucak incelemek."Raftaki mallara söyle bir göz gezdirip çikalim."

Göz göre göre: Apaçik sekilde, herkesin gözü önünde."Göz göre göre yaktilar zavallinin evini."

Göz gözü görmemek: Dumandan, karanliktan ya da yogun tozdan hiçbir sey görülmez olmak."Sokaga çikmistik, ancak sisten göz gözü görmüyordu."

Göz hakki: Görülüp de imrenilen yiyeceklerden görenlere çikarilan pay, imrenmelerini yok edecek küçük parça."Çocuklarin göz hakkini ayirmayi da sakin unutmayin."

Göz hapsine almak: Gözetlemek, bir seyin üzerinden bakislarini ayirmamak, birinin hiçbir davranisini gözden kaçirmamak."Askerler, kaçak mahkûmun sigindigi evi bir saat kadar göz hapsine aldilar."

Göz kamastirmak: 1. Hayran birakmak. 2. Güçlü, parlak bir isigin kisa bir zaman için görüsü bulandirmasi, bakilan yeri görmez etmesi."Kapidan çikar çikmaz göz kamastiran bir isigin etkisine girip donakaldilar."

Göz karari: Gözle oranlanarak belirtilen miktar, gözle yapilan ölçme ya da oranlama."Kumasi göz karari ölçüp verdi."

Göz kesilmek: Bütün dikkatiyle bakmak."Yoldan geçen adama göz kesildi."

Göz kirpmadan: 1. Hiç duraksayip çekinmeden. 2. Acimadan, merhamet etmeden."Çocuklari göz kirpmadan kursuna dizdiler."

Göz kirpmak: Karsisindakine göz kapagini açip kapatarak isaret vermek, bu sekilde meramini anlatmaya çalismak; bir seyi onayladigini ya da dogru olmadigini gözünü açip kapayarak belirtmek."Kalabalik içinde birbirlerine göz kirparak gülümsediler."

Göz kirpmamak: 1. Hiç uyumamak. 2. Tehlikeye aldirmamak."Bu gece hiç göz kirpmadim, hep seni düsündüm."

Göz kulak olmak: 1. Korumak, bakmak, gözetmek. 2. Görme ve isitme yoluyla ögrenmeye çalismak."Yolda ona göz kulak ol da basina bir sey gelmesin."

Gözleri bulutlanmak: Gözleri yasararak çevreyi bulanik görmek.

Gözleri dolmak: Aglayacak gibi olmak, göz pinarlarina yas yürümek."Hiç beklemedigi bir anda beni karsisinda görünce gözleri dolu dolu oldu."

Gözleri fal tasi gibi açilmak: Hayret, saskinlik ve öfke gibi sebeplerle gözleri iri iri açilmis olmak.

Gözleri fildir fildir etmek: Gözleri zekice, çabuk çabuk dönerek her tarafa bakmak.

Gözleri kan çanagina dönmek: Uykusuzluk, aglama, kizginlik ya da bir seyin kaçmasi sebebiyle gözlerin çok kizarmis olmasi.

Gözleri kapanmak: 1. Çok uykusu gelmis olmak. 2. Ölmek."Yemegi yer yemez gözleri kapandi, horlamaya basladi."

Gözlerine inanmamak: Hiç beklemedigi bir anda bir seyi görüp çok sasirmak, bu sebeple gördügünün gerçek olduguna inanmamak."Gözlerime inanamiyorum, sen misin Ahmet?"

Gözlerini (gözünü) kan bürümek: Çok öfkeli, kinli olmak; her kötülügü yapacak hâle gelmek."Bir adamin gözlerini kan bürümesin, ondan her türlü belâ beklenebilir."

Gözlerinin içi gülmek: Çok sevindigini gözlerinden ve yüzünden belli etmek."Sinifini geçtigini ögrenen Halim`in gözlerinin içi gülüyordu."

Gözleri yasarmak: Üzücü ve duygulandirici bir durum karsisinda gözlerinden yas gelmek."Gurbetteki oglundan gelen mektup eline tutusturulunca gözleri yasardi."

Gözleri yollarda kalmak: Özlemle beklemek.

Göz nuru dökmek: Göz emegi harcamak; gözün dikkatini, elin emegini gerektiren ince bir is yapmak ve iste uzun süre çalismak."Onca göz nuru döktügü el isleri ürünleri çok ucuza satilinca kahroldu."

Göz önünde tutmak (bulundurmak): Dikkate almak. Herhangi bir durumun nasil bir sonuca yol açacagini hesaba katmak."Yola çikiyorsunuz ama yagmuru da göz önünde tutun."

Göz ucuyla bakmak: Belli etmemeye çalisarak, basini çevirmeden göz kenari ile yandan bakmak."Yabanci askerlere göz ucuyla bakmaya basladi."

Gözü aç: Aç gözlü, doymak bilmeyen, gerektiginden fazlasini isteyen."Gözü aç insanlar topluma huzur vermezler."

Gözü açik: Uyanik, kurnaz, çikarlarini iyi kollayan, becerikli, zeki."Senin çocuk gözü açik birisi olacak galiba."

Gözü açik gitmek: Çok istedigi seylere kavusamadan ölmek."Halam `gurbete giden ogluma kavusamadan ölürsem gözüm açik gider` dedi."

Gözü açilmak: Yararliyi yararsizi, iyiyi kötüyü ayirt edebilir duruma gelmek."Yasi büyüdükçe gözü de açilmaya basladi."

Gözü arkada kalmak: Kendisi ayrildiktan sonra, biraktigi sey veya kimse ile ilgili tedirginligi sürmek, merak etmek."Köyden ayriliyordu ama gözü de arkada kalmisti."

Gözü bagli: 1. Sorup sorusturmadan, anlayip anlamadan. 2. Gafil, çevresinde olup bitenlerin farkinda olmayan."Hiçbir zaman gözü bagli biri olmani istemem senin."

Gözü dalmak: Gözlerini bir noktaya dikerek dalgin dalgin bakmak."Zavalli ihtiyar bir noktaya gözü dalmis öylece duruyordu."

Gözü doymak: Çok istenen bir seye kavusup, artik istemez duruma gelmek."Sanirim simdi gözün doymustur, daha istemezsin artik."

Gözü gibi sakinmak (esirgemek): Bir seye asiri derecede ilgi duymak, onu koruyup gözetmek, dikkatle muhafaza etmek."Çocugunu gözü gibi sakiniyordu kadincagiz."

Gözü hiçbir sey görmemek: Heyecana, öfkeye ya da önem verdigi bir ise kapilip baska hiçbir seyle ugrasamaz duruma gelmek."Kendinden öylesine geçmisti ki gözü hiçbir seyi görmez olmustu."

Gözü isirmak: Bir kimseyi sanki tanir gibi olmak.

Gözü ilismek: Istemeden, birdenbire, rastgele görmek.

Gözü kesmek: Bir isi yapabilme konusunda baskalarina ve kendisine güvenmek."Onca isi yapmaya gözün kesiyor mu?"

Gözü kara (veya pek): Cesur, atak, korkusuz, tehlikeli islere tereddüt etmeden girebilen."O gözü kara bir insandi."

Gözü korkmak: Daha önce basindan geçen kötü bir denemeden sonra, birinden veya bir seyden zarar gelebilecegi endisesine kapilmak ve o isi yapmaktan çekinmek.

Gözünde büyümek: Oldugundan fazla büyük ya da güç görünmek."Onca yolu nasil yürüyecegim, gittikçe gözümde büyüyor."

Gözünde büyütmek: Bir seyi, olayi, kimseyi veya isi abartmak.

Gözlerinden uyku akmak: Çok uykusu geldigi için göz kapaklari kapanir gibi olmak."Çocukcagizin gözlerinden uyku akiyor, sunu yatagina yatirin."

Gözüne bakmak: 1. Verilen emri yapmak üzere isaret beklemek, isareti verecek kimseyi gözlemek. 2. Gerektiginden fazla dikkat göstermek, koruyup gözetmek."Üç kurus para verecek diye adamin gözünün içine bakiyor, ne derse yapiyoruz, daha ne istiyor bizden."

Gözüne dizine dursun: Nankörlük eden kimseye karsi söylenen ilenme sözü. " Allah, bu nankörlügünün cezasini versin." anlaminda kullanilir.

Gözüne girmek: Birinin sevgi ve ilgisini kazanmak.

Gözüne sokmak: 1. Görmek istemedigi bir seyi zorla göstermek. 2. Bir çaba sonucu, bir kimseyi büyügünün begenmesini saglamak."Kalemi gözüne sokarcasina uzatti."

Gözüne uyku girmemek: Uykusuz kalmak, hiç uyumamak."Gözüme uyku girmedi bu gece."

Gözünü açmak: 1. Uyanik, dikkatli olmak. 2. Birisine bilgiler vererek görüsünü genisletmek."Gözünü aç, isini kimseye kaptirma."

Gözünü ayirmamak: Bir seye devamli bakmaktan kendini alamamak."Devamli yola bakiyor, gözünü ayiramiyordu."

Gözünü çikarmak: Zarara ugratmak, bir isi kötü biçimde yapmak, iyi yerine kötüyü seçmek."Öyle bir tas atti ki az kalsin kuzunun gözünü çikaracakti."

Gözünü daldan budaktan esirgememek (veya sakinmamak): Tehlikeli islere girismekten çekinmemek."Sen ki gençliginde gözünü daldan budaktan sakinmazdin, ne oldu sana böyle?"

Gözünü dört açmak: Bir hileye düsmemek, aldanmamak için çok dikkatli olmak."Gözünü dört aç da kuru odun yerine yas odun koymasinlar."

Gözünü kan bürümek: Birisini öldürecek kadar öfkelenmek."Katillerin gözünü kan bürümüstü, önlerine çikani öldürüyorlardi."

Gözünü kapamak: 1. Görmezlikten gelmek, yapisina ses çikarmamak. 2. Ölmek."Dedem gözünü kapayinca o koca aile birdenbire dagilivermis."

Gözünü korkutmak: Yildirmak, karsi duramaz hâle getirmek."Ilk isi, adamlariyla kasaba halkinin gözünü korkutmak oldu."

Gözünün önünden gitmemek: Unutamamak, her an görür gibi olmak."Gözümün önünden gitmiyor onun hayâli."

Gözünün yasina bakmamak: Hiç acimamak, merhamet etmemek."Gözünün yasina bakmadan hapse attilar adami."

Gözü pek (kara): Korkusuz, atilgan, cesur, tehlikelere aldirmayan."Gözü pek insanlardan korkulmaz, çünkü onlar kartlarini açik oynarlar."

Gözü sulu: En küçük sevinç ya da üzüntü karsisinda hemen aglayiveren, gözyaslarini tutamayan."Senin kiz da amma gözü sulu biriymis."

Gözü tok: Elinde imkânlar olsun olmasin, mal-mülk veya paraya düskün olmayan, cömert."O mu? Gözü tok bir insandir, inanin."

Gözü tutmak: Güvenmek, begenmek."O adami gözüm tuttu benim."

Gözü üzerinde olmak: Bir seye, bir kimseye sik sik bakarak ne durumda oldugunu kontrol etmek, dolayisiyla kötü bir sonuca meydan vermemeye çalismak."Gözünüz üzerinde olsun, devamli izleyin onu."

Gözü yilmak: Daha önce denedigi için o durumla karsilasmaktan korkmak, o ise girismekten çekinmek."Sebzecilik isinden gözüm yildi, bir daha bu ise girisecegimi sanmiyorum."

Gözü yükseklerde olmak: Hâlen bulundugu durumdan daha yüksek bir duruma ya da mevkiye çikmak istemek, böyle bir amaci gütmek."Bundan böyle küçük seylerle yetinme, gözün yükseklerde olsun daima."

Göz yummak: Kabahatlerini, kusurlarini hos karsilamak, görmezlikten gelmek, bagislamak."Sana bu yasa gelinceye kadar göz yumdum, ama artik yeter."

Göz yummamak: 1. Hos görmemek, bagislamamak. 2. Hiç uyumamak."Sabaha kadar gözlerimi yummadim."

Gururunu oksamak: Bir kimseyi yüzüne karsi överek, becerilerini söyleyerek duygulandirmak.

Gücüne gitmek: Bir söz, bir davranis bir kimsenin onuruna dokunmak, o kimseye agir gelmek."Dogrusu onun bu sözleri gücüme gitti, çünkü hak etmedim o sözleri."

Güllük gülistanlik: Sorunlari bulunmayan; nese, bolluk ve huzur içinde olan yer."Ne zaman güllük gülistanlik içinde olacagiz acaba?"

Gülmekten kirilmak: Asiri ölçüde gülmek, çok gülmekten halsiz düsmek."Ne matrak adamdi, hareketlerine gülmekten kirildik hepimiz."

Gülüp geçmek: Bir durumu umursamamak, aldiris etmemek, gülünç bulup üzerinde durmamak."Gülüp geçilecek bir is sanmayin sakin, ciddi durun üzerinde."

Günaha girmek: Dini bakimdan suç sayilacak bir is yapmak ya da söz söylemek."Sebepsiz yere adam öldürmek, günaha girmek demektir."

Günaha sokmak: Günah islemesine yol açmak, dinin buyruklari disina çikmasina zemin hazirlamak."Kes sesini de bizi günaha sokma."

Günahini vermez: "Çok cimri, eli siki, hasis" kimselerin durumunu anlatmak için kullanilir.

Günah islemek: Dince suç sayilan bir is yapmak."Yetimlerin malini yiyerek günah isleyenlerden mutlaka hesap sorulacaktir."

Gün almak: 1. Bir is yapmak için ilgili kisiden gün ayirmasini; belirli bir tarih tespit etmesini istemek, randevu almak. 2. Yasini bitirip daha sonraki yilin bir ya da birkaç gününü almak."Doktordan gün almayi unutmamissindir umarim."

Gün batmak: Günes batmak."Gün batmadan yola çikmaliyiz."

Günes almak: Bir yere günes isigi ulasmak."Evin bir odasi günes almiyor."

Gün görmek: Bolluk, mutluluk, esenlik içinde huzurlu günler geçirmek."Kaygilanma evlâdim, daha çok günler göreceksin insallah."

Gün görmüs: Basindan nice isler geçmis, tecrübeli, görüp geçirmis, çok yasamis."Gün görmüs insanlarla konusmaktan zevk alirim."

Gün isigina çikmak: Aydinlanmak, açikliga kavusmak, anlasilir olmak."Isledigi tüm suçlar yakinda gün isigina çikacaktir."

Günleri sayili olmak: 1. Içinde olunan günlerde ölecek olmak. 2. Bulundugu yerde kalmak için birkaç günü kalmak."Doktorlara bakilirsa anneannemin günleri sayiliymis."

Günü birligine: Sabah gidip aksam dönmek üzere."Size günü birligine konuk olmak istiyoruz."

Günün adami: 1. Zamanin geregine göre tutum ve yön degistiren, çikarini gözeten kimse. 2. Kendisinden o günlerde çok söz edilen.

Gününü doldurmak: Bir isin gerçeklesmesi için geçmesi gereken zamani tamamlamak."Gününü doldurur doldurmaz senetleri avukata verin."

Gününü gün etmek: Eline geçen imkânlari degerlendirmek, hiçbir seyi dert edinmeyip hosça vakit geçirmek."Gününü gün eden yöneticilerden kurtulacagimiz günler yakindir."

Gürültüye (patirtiya) pabuç birakmamak: Korkutmalara, tehditlere aldiris etmeyip diledigi gibi davranmak."Öyle her gürültüye pabuç birakacak bir adam mi saniyorlar beni?"

Güven beslemek: Bir kimseye, bir seye güven duymak, inanmak, itimat etmek."O adama güven beslediginiz için pisman olmayacaksiniz."

Güvendigi daglara kar yagmak: Güvendigi kimselerden yardim alamamak, güvendigi bir seyin ise yaramadigi anlasilmak."Çok umutlusun, insallah güvendigin daglara kar yagmaz."

Güven kazanmak: Söz, davranis ve yaptigi islerle çevresindekileri kendisine inandirmak."Insan, önce güven kazanmalidir."

Güven vermek: Kendisinin güvenilir bir kisi oldugu, kendisine itimat edilebilecegi duygusunu uyandirmak."Oldukça güven veren birisin."

 

H

Ha Hoca Ali, ha Ali Hoca: Farkli gibi gösterilen iki seyin, gerçekte hiçbir degisikligi yoktur, "ikisi de birdir" anlaminda kullanilir.

Ha babam (ha): 1. Devamli olarak, hiç durmadan. 2. Karsisindakinin çabasini, gayretini artirmak için kullanilir."Ha babam ha, az kaldi, bitirecegiz isi."

Habbeyi kubbe yapmak: Önemsiz, küçük bir seyi büyütüp mesele çikarmak."Söyle ona, habbeyi kubbe yapip durmasin, ne olmus çocuk biraz geç kalmis da!"

Haber uçurmak: Çabucak, gizlice haber göndermek."Hemen haber uçurun köye, kaymakam bu gece misafir olacakmis!"

Ha bire: Durmadan, arka arkaya, sürekli olarak, ara vermeden."Tarlada bir adam ha bire çalisiyordu."

Hacet kalmamak: Geregi olmamak, lüzumu kalmamak."Seni çagirmaya hacet kalmadi."

Haci aga: Özellikle büyük kentlerde gereksiz yere çok para harcayan, tasrali bilgisiz zengin."Ne bu israf! Haci aga misin sen?"

Haddine mi düsmüs!: "Onun bunu yapmaya yetkisi yoktur; böyle bir ise nasil, hangi yetenekle girisir? Bu isi yapmasi imkânsizdir" anlaminda kullanilir."Haddine mi düsmüs ki ona söz söyleyebilsin."

Haddini bildirmek: Yetkisi disindaki islere karistigi için sert bir karsilik vererek onu cezalandirmak, yola getirmek, uslandirmak, yetki sinirini bildirmek."Haddini bildirin su serseme de bir daha onun bunun malina el uzatmasin."

Haddini bilmek: Kendi deger ve yetenegini bilmek, üstün görmemek, kendi yapabilecegi seylerin ötesine geçmemek."Merak etme sen, o haddini bilen bir çocuktur."

Haddi zatinda: Aslinda."Haddi zatinda sen ona hakkini vermemistin ki!"

Hafife almak: Küçümsemek, önem vermemek,"Beni hafife aliyorlar ama yaniliyorlar."

Hak getire: "Yoktur, bulunmaz, Allah vermemistir" anlaminda kullanilir."Öyle bir diyardayiz ki su ve yiyecek Hak getire."

Hak kazanmak: Davasinda hakli oldugu meydan çikmak, emeginin karsiligini alabilecek duruma gelmek."Emeklilige yedi yil sonra hak kazanacagim."

Hakki geçmek: 1. Birisinin payindan bir baskasi almis olmak. 2. Bir seyde veya bir kimsede emegi bulunmak."Komsumun çok hakki geçmistir bana, onunla mutlaka helâllesmeliyim."

Hakkindan gelmek: 1. Güç bir isi basari ile sonuçlandirmak. 2. Öç almak, yenmek veya cezasini vermek."Siz onu bana birakin, hakkindan gelmesini bilirim."

Hakkini helâl etmek: Geçen hakkini, emegini bagislamak."Annem insallah hakkini helâl eder bana."

Hakkini vermek: 1. Bir seyin lâyikiyla yapilmasi için ne gerekiyorsa ondan kaçinmamak. 2. Birinin çalismasini geregince degerlendirmek, hakki olan seyi vermek."Çalistirdigin kisinin hakkini vermek zorundasin."

Hakkini yemek: Birinin hakki olan seyi vermemek, onu kendisine maletmek."Dürüst ol, milletin hakkini yeme, yoksa bogazinda kalir."

Hakk-i sükût (sus payi): Bir konu üzerinde konusmamasi, bildigi seyi söylememesi karsiliginda bir kimseye saglanan yarar.

Hak yolu: Cenab-i Allah`in insanlara kitaplari ve peygamberleri ile bildirdigi, dünya hayatinda tutmalari gereken yol, yasama düzeni, dogru ve hakli yol.

Hâlden anlamak: Bir kimsenin içinde bulundugu zor durumu kavrayarak, anlayip sezerek hosgörülü olmak, anlayis göstermek."Dedem hâlden anlayan birisidir, bize iyi davranacagina eminim."

Hâle yola koymak: Düzenlemek, tertiplemek, iyi isler bir duruma getirmek."Hele su isleri bir hâle yola koyalim, o zaman tatilini de düsünürüz."

Hâli vakti yerinde: Zengin, oldukça varlikli, para durumu iyi."Hasan efendiler mi? Hâli vakti yerinde insanlardir onlar."

Halis muhlis: Saf, katisiksiz, temiz, eksiksiz, içinde yabanci madde bulunmayan."Halis muhlis bir zeytin yagi satariz biz."

Halka verir talkini kendi yutar salkimi: Kendi verdigi ögütlere kendisi uymaz.

Hallaç pamugu gibi atmak: Bir arada, toplu bulunan seyleri ya da kimseleri dagitmak, parçalamak; bu yolla saga sola, her birini bir yana atmak."Sizin takimi hallaç pamugu gibi atacagiz sahadan."

Halt etmek: Yakisiksiz davranmak, uygunsuz bir söz söylemek veya kötü bir sey yapmak."Halt etmissin, bir de utanmadan anlatiyorsun."

Ham ervah: Çig adam; yersiz ve yakisiksiz sözleri, davranislari olan kaba kimse.

Hangi dagda kurt öldü?: Kendisinden hiç umulmayan, beklenilmeyen bir kimsenin olumlu davranisi görüldügünde; "Nasil oldu da böyle güzel bir is, bir iyilik yapti?" anlaminda söylenir.

Hangi rüzgâr atti?: "Nasil oldu da gelebildin? Hiç görünmüyordun, sen de gelir miydin?" anlaminda, uzun süre bir yerde görünmeyen kimse için kullanilir.

Hangi tasi kaldirsan altindan çikar: 1. Hemen her iste parmagi vardir. 2. Her isten anlar, her ise karisir ya da her isten anladigi izlenimi verir.

Hanim evlâdi: Nazli büyütülmüs, zora gelmeyen, çitkirildim kimse."Amma hanim evlâdiymissin, çekil suradan ben yaparim."

Hapi yutmak: Kötü bir duruma düsmek, zarar ve ziyana ugramak."Hapi yuttuk desene!"

Haram olmak: Bir seyden gerektigi gibi yararlanamaz olmak."Senin yüzünü görmek bana haram oldu."

Haram para: Dinî bakimdan yasaklanmis yollardan elde edilen para."Haram parayla ekmek alinmaz."

Haram yemek: Dinî inançlara aykiri olarak kazanç saglamak, haksiz olarak bir seye el atmak."Insan ol, haram yemek insana kâr getirmez."

Harfi harfine: Tastamam, uygun, tipatip, gerçekte oldugu gibi."Söylediklerimi harfi harfine yerine getirdin mi?"

Har vurup harman savurmak: Hesapsizca, düsüncesizce harcamak; malini, parasini ölçüsüzce, bol bol harcayip tüketmek.

Hasret çekmek: Özlem duymak, epeydir ayri kaldigi yere ya da kimseye kavusma istegi içinde olmak."Yillardir yurdumun hasretini çekiyorum."

Hasret gitmek: Özledigi, sevdigi bir yere ya da kimseye kavusamadan ölmek.

Hasret kalmak: Özlemini duydugu seye uzun zaman kavusamamak."Hasret kaldim deresine, tepesine..."

Hastasi olmak: Bir seye çok düskün olmak."Bizim oglan köpek hastasi, hiç kapidan eksik etmiyor."

Hasir nesir olmak: Aralarinda bulundugu kimselerle kaynasmak, bir arada bulunup ugrasmak; kimi islerle ilgilenip durmak."Insanlarla hasir nesir olmayi sevdigim söylenemez."

Hatir belâsi: Sayilan ve sevilen kimse için katlanilan sikinti."Inan bu isi hatir belâsina yapiyorum."

Hatir gönül tanimamak (bilmemek): 1. Isterse en sevdigi ve saydigi olsun, gücenmesini göze alarak dogru bildigini yapmak. 2. Kirici davranislarda bulunmak.

Hatiri kalmak: Gücenmek, kirilmak."Eglenceye onu da çagiralim ki hatiri kalmasin."

Hatirindan çikmamak: Sevdigi, saygi duydugu birinin istedigi bir seyi yapmayi reddedememek, gönlünü kirmaktan çekinmek.

Hatiri sayilir: 1. Önemli, saygi deger, saygin (kimse). 2. Oldukça çok."Babam, hatiri sayilir bir kimsedir."

Hava almak: 1. Temiz havali bir yere çikarak dolasmak, dinlenmek, cigerlere temiz hava çekmek. 2. Eline bir sey geçmemek, umdugunu bulamamak. 3. Içine hava girmek."Haydi, kira çikip da biraz hava alalim."

Hava basmak: 1. Büyüklenmek, kibirlenmek, oldugundan fazla görünmeye çalismak. 2. Bir seyin içine hava doldurmak."Amma da hava basiyorsun, onlari korkutacagini mi sandin.?"

Havada kalmak: 1. Yüksek bir yerde durmak. 2. Sonuca baglanamamak. 3. Bir iddia, dayanaksiz oldugundan ispat edilememek."Yaptigimiz bütün is havada kaldi."

Havadan sudan konusmak: Öylesine, gelisigüzel, rastgele konusmak.

Hava hos: Su ya da bu sekilde olmasi arasinda bir fark olmamak.

Havanda su dövmek: Bir isle bosuna ugrasmak."Senin yaptigina havanda su dövmek derler,birak artik su isle ugrasmayi."

Hava parasi: Bir yeri tutmak, kiralamak ya da bir seyi elde etmek için degeri disinda açiktan verilen para."Yeri bize verecekler ama bir milyon lira hava parasi istiyorlar."

Havsalasi almamak: Akli kabul etmemek."Nasil yaparsin bana bunu, hâlâ havsalam almiyor."

Hayal kirikligi: Gerçeklesmesi istenilen veya umulan bir seyin gerçeklesmemesinden duyulan üzüntü, düs kirikligi.

Hayal meyal: Belli belirsiz, açik seçik belli olmayan, bulanik (bir sekilde hatirlanan)."O olayi hayal meyal hatirliyorum."

Hayatini kazanmak: Çalisip elde ettigi para ile geçimini saglamak."Ben iyi ya da kötü hayatimi kazaniyorum, sen kendi isine bak."

Hayatini yasamak: Caninin istedigi gibi hayatini sürdürmek."Bana karismaya hakkiniz yok, birakin beni, artik hayatimi yasamak istiyorum."

Hayat memat meselesi: Sonucu çok tehlikeli olan, ölüm kokan bir durum."Artik burada kalamam, is hayat memat meselesine döndü."

Hayat pahaliligi: Yiyecek, içecek ve giyecek gibi geçim için gerekli olan maddelerin pahali olmasi."Hayat pahaliligindan herkes sikâyetçi olmaya basladi."

Hayirdir insallah!: 1. Anlatilan bir rüyayi iyiye yormak için söylenir. 2. Sasma, heyecan ve merak uyandiran durumlar karsisinda söylenir.

Hayir islemek: Dine ve insanliga uygun, iyi davranislarda bulunmak."Hayir isle ki öbür dünyada kurtulusa eresin."

Hayir kalmamak: Ise yarar, begenilecek bir yani ve tarafi kalmamak."Bu arabalarda hayir kalmamis, yenilerini almamiz gerekecek."

Hayir sahibi: Iyiliksever, yardimsever kimse."Su yoksullara uzanacak bir hayir sahibi kalmadi mi acaba?"

Hayra yormak: Bir rüya ya da olayi iyi ve yararli bir durumun isareti görmek.

Hazira konmak: Hiçbir emek sarf etmeden, çaba göstermeden baskasinin emegi ile ortaya çikmis olan seyden yararlanmak."Hazira konarak yasamayi kural edinmis bu adam."

Hazir bulunmak: 1. Bir yerde kendisi bulunmak, var olmak. 2. Bir yere hemen gidecek, bir seyi aninda yapacak durumda olmak."Yarinki toplantida sen de hazir bulunmalisin."

Hazirdan yemek: Yenisini kazanmadan elindekini harcamak."Hemen her gün bir bahane buluyor, çalismiyor ve hazirdan yiyiyordu."

Helâl süt emmis olmak: Iyi huylu, dogru yoldan sapmayan, temiz bir kisi."Inanmiyorum onun yaptigina, o helâl süt emmis birisidir."

Helâl olsun (Helâl ü hos olsun): 1. Bunu sana gönül hoslugu ile veriyorum, hiç pisman degilim, Allah bunu sana bagisladigima sahit olsun. 2. "Aferin, takdire deger is yapiyorsun" anlaminda kullanilir.

Hele sükür!: Allah`a hamdolsun, bekledigimiz sonuç gerçeklesti.

Hem kel hem fodul: "Bu kadar kusuruna, bu yeteneksizligine ragmen bir de övünüyor, üstünlük tasliyor" anlaminda kullanilir.

Hem nalina hem mihina (vurmak): Birbirine zit olan iki yani da desteklemek."Ben hem nalina hem de mihina vuran adamlardan korkarim."

Hem suçlu hem güçlü: Gerçekte kendisi suçlu oldugu hâlde suç islememis gibi davranan ve karsisindakini suçlamaya çalisan kimse.

Hem ziyaret hem ticaret: Bir yeri veya kimseyi ziyarete giden kimsenin, bu görüsmeden yararlanarak baska bir isi de yapmasi durumunu anlatmak için kullanilir.

Her kafadan bir ses (çikmak): Bir konu üzerinde herkesin istedigi gibi, rastgele konusmasi ve bu konusmalardan bir sonuç alinamamasi."Ortalik kizisti, her kafadan bir ses çikmaya basladi, kimin ne dedigi anlasilmaz oldu."

Her telden çalmak: Pek çok konuda bilgi sahibi olmak, içinde bulundugu ortamin sartlarina göre her çesit is yapabilir olmak.

Hesaba çekmek: Bir kisiyi, bir makami yaptigi isler üzerine açiklama ve savunma yapmaya çagirmak."Sakin oraya gitme, seni hesaba çekecekler."

Hesaba dökmek: Bir konu ile ilgili islemlerin hesabini kâgit üzerinde yapmak.

Hesaba katmak (almak): Bir isi yaparken ya da yürütürken bir baska seyi de göz önünde bulundurmak."Hasan`i da hesaba katalim, az zorluk çikarmayacaktir bize."

Hesaba (kitaba) gelmez: 1. Beklenmedik, umulmadik. 2. Sayilmayacak kadar çok, pek fazla, sayisiz.

Hesabi kesmek: Alis verisi ya da ilgiyi kesmek."Dükkân sahibi, uzun zamandir borcunu ödemeyen müsterisinin hesabini kesti."

Hesabini bilmek: Bos yere para harcamamak, tutumlu davranmak."Her ev kadini hesabini bilmek zorundadir."

Hesabini görmek: 1. Alacagini ödeyip iliskisini kesmek. 2. Cezalandirmak, vücudunu ortadan kaldirmak ya da öldürmek."Çabuk su adamin hesabini görün!"

Hesap açmak: 1. Hesap defterinde, bir kisiye alis veris için alacagini borcunu kaydetmek üzere bir yer ayirmak. 2. Bankada, gereginde çekilmek üzere yatirilan para için islem yapmak. 3. Birine kredi açmak, birine borçlanma imkâni tanimak.

Hesap etmek: 1. Kazançla gideri karsilastirip bir sonuca ulasmak. 2. Düsünmek, tasarlamak, ayrintilari gözden geçirip ihtimalleri degerlendirmek."Hesap etmeden sakin ise girismeyin!"

Hesap görmek: Taraflarca alacakla verecegi karsilastirip ödesmek."Çok uzadi, hesap görmek için ne zaman bir araya gelecegiz?"

Hesap kitap: Düsünüp tasindiktan sonra, hesap sonunda."Hesap kitap, baktim isler kötüye gidiyor; hemen sizi çagirdim."

Hesapsiz kitapsiz: 1. Sorumsuz, ölçüsüz, tutumsuz. 2. Deftere geçirilmeden, herhangi bir belgeye dayanmadan."Ne hesapsiz kitapsiz islerin içine girmisiz de haberimiz yokmus."

Hesap sormak: Bir kimseyi kanunsuz, kural disi, ahlâka aykiri, usulsüz davranis ve sözlerinden ötürü sorgulamak, o kisiden savunma istemek."Size hesap sormak için mutlaka geri dönecegim."

Hesaptan düsmek: Borçtan, alacaktan, hesaptan çikarip yok saymak."Elli bin lirayi hesaptan düsmeyi unutmadin insallah."

Hesap tutmak: Alis verisle ilgili alacagi ve verecegi bir kâgida ya da deftere yazmak.

Hesap vermek: 1. Herhangi bir davranisinin ya da sözünün sebebini açiklamak 2. Bir isin sorumlulugunu üstlenmek."Rahat olun, bu konuda hesap vermek bana düser."

Hevesi kursaginda kalmak: Çok istedigi, imrendigi, kavusmak diledigi seyi elde edememek."Piknige gitmek istiyorduk, yagmur yaginca hevesimiz kursagimizda kaldi."

Hevesini almak: Imrendigi, çok istedigi seye kavusup ona doymak.

Heyheyleri tutmak (üstünde): Çok kizip sinirlenmek.

Hik mik etmek: Bir isi yapmamak için bahaneler ileri sürmeye çalismak, bir soruyu cevaplandirirken net seyler söylememek."Hik mik edip durma, bu isi eninde sonunda yapacaksin!"

Hik demis burnundan düsmüs: "Her durumuyla ona çok benziyor" anlaminda kullanilir.

Hir çikarmak: Kavga, gürültü, patirti ve olaya sebep olmak."Orada hir çikarmaya kalkismayacaksin degil mi?"

Hizir gibi yetismek: Dara düstügü, çok sikistigi, çaresiz kaldigi bir zaman da, beklemedigi bir kisi yardimina yetismek.

Hiçe saymak: Hiç önem ve deger vermemek.

Hiç yoktan: Sebepsiz, ortada hiçbir neden yokken."Hiç yoktan adami dövemezsiniz ya!"

Hizaya gelmek: 1. Düz çizgi durumunda dizilmek. 2. Aykiri, yanlis davranislardan vazgeçmek; dogru yola gelmek, düzelmek.

Hodri meydan: "Kendine güvenen ortaya çiksin" anlaminda kullanilir.

Hop oturup hop kalkmak: Ya heyecanindan ya da öfkesinden yerinde duramaz olmak.

Hora tepmek: 1. Ayaklarini yere vurarak oynamak. 2. Gürültü çikarmak."Yandaki sinifta hora tepiyor, ortaligi birbirine katiyorduk ki..."

Hor görmek (veya bakmak): Önem vermemek, degersiz saymak, adam yerine koymamak, küçümsemek."Beni, yoksul diye hep hor gördüler."

Hor kullanmak: Özen göstermeden, kabaca, dikkat etmeyerek, hirpalayarak kullanmak."Çok hor kullanmissiniz bu dolabi."

Hos bes etmek: Sundan bundan konusarak sohbet etmek."O iki ihtiyar kadin hos bes etmek için yaratilmislar sanki."

Hurdasi çikmak: Ise yaramayacak, kullanilamayacak hâle gelmek.

Huyuna suyuna gitmek: Isteklerine, aliskanliklarina, yapisina göre onu kizdirip ürkütmeyecek davranislarda bulunmak.

Huyunu suyunu almak: Onun özelliklerini, davranislarini ve karakterini yapisina geçirmek.

Huzur vermek: Gönül rahatligi, iç dirligi vermek; dinlendirmek.

Huzurunu kaçirmak: Huzurunu bozmak, tedirgin ve rahatsiz etmek.

Hüküm giymek: Mahkemece ya da birileri tarafindan kendisine ceza verilmek.

Hüküm sürmek: 1. Is basinda olmak. 2. Yaygin olmak. 3. Bir seyin güçlü varligi sürüp gitmek."Besinci Kral bes yil hüküm sürdü."

Hükümet kapisi: Devlet dairesi."Hükümet kapilari halka açik kilinmalidir."

Hür düsünüs: Istedigini, düsündügünü baski altinda kalmadan söyleme.

Hüsn-ü kuruntu: Ihtimalî bulunmadigi hâlde güzel bir seyin olacagini sanma, hayal etme, buna kendini inandirma.

Hüd dagi gibi sismek: Bir hastalik sebebi ile bir tarafi, özellikle de karin tarafi sismek.