"O-Ö-P-R" harfiyle baslayan deyimlerO Ocagi kör kalmak: Soyunu sürdürecek çocugu bulanmamak, soyu tükenmis olmak. Ocagina düsmek: Birine yardim etmesi için yalvarmak, korumasi için siginmak."Ocagina düstüm agam, beni bu isten ancak sen kurtarirsin!" Ocagina incir dikmek: Birinin evini barkini dagitmak, düzenini alt üst etmek, yuvasini yikip toparlanamaz hâle getirmek."Bende senin ocagina incir dikmezsem dedi ama dedigine pisman oldu." Ocagini söndürmek: Ailenin dagilmasina sebep olmak, çoluk çocugunu yok etmek."Ocagimi söndürdü katiller!" Ogul bali: 1. Evlât, evlâdin ana babaya yansiyan geliri. 2. Ogul arilarinin yaptigi bal. Ogul vermek: Ogul arilarinin bir bölügü kovandan ayrilip baska bir kovana gitmek, yeni bir ogul arisi toplulugu meydana getirmek. Okkali kahve: Bol kahve ile yapilmis ve büyük fincana konmus kahve."Bir okkali kahve daha çek usta!" Okka çekmek: Hacminden daha fazla agir gelmek. Okkanin altina girmek: Haksiz yere eziyet çekmek, zarar ve ceza görmek."Uyanik ol da okkanin altina gireyim deme, tamam mi?" Ok yaydan çikmak: Geri dönülemeyecek bir is yapmak, söz söylemek ya da bir harekette bulunmak."Ok yaydan çikti bir kere, çaresiz dövüsecegiz." Ola ki...: Belki olur ya, olabilir ki..."Ola ki bir daha karsilasiriz." Olan biten: Olup geçenler, olanlarin hepsi, meydana gelenler."Olan bitenden hiç haberim olmadi." Oldu bittiye getirmek: Emrivaki yapmak, geri dönülmesi güç ve imkânsiz bir durum olusturmak."Oldu bittiye getirerek tarlayi satin aldilar." Oldum bittim (veya oldum olasi): Basindan beri, öteden beri, ilk zamandan beri, kendimi bildigimden beri."Oldum bittim kizarim bu adamlara." Oldu olacak kirildi nacak: "Olanlar oldu, is isten geçti, olanlar geri dönülemeyecek bir durum aldi, bunu kabul etmek gerek" anlaminda kullanilir. Olmayacak duaya amin demek: Sonuç vermeyecek bir isle ugrasmak ya da buna destek vermek. Olur olmaz: 1. Meydana gelmesinden hemen sonra. 2. Rast gele, siradan. 3. Gerekli gereksiz, yerli yersiz, önemli önemsiz durumu gözetilmeden yapilan (is) ya da söylenen (söz). Oluruna birakmak: Bir isin yapilabildigi, olabildigi kadariyla yetinmek, müdahale etmeden bekleyip sonucuna ne olursa olsun razi olmak."Artik oluruna biraktik isi." Omuz omuza: 1. Birbirine destek vererek, dayanisarak. 2. Yan yana, çok sikisik."Omuz omuza vererek bu zorlugun altindan kalkmamiz mümkün." Omuz silkmek: Aldirmamak, önem vermemek, benimsememek."Sana bunu alacagim dedim ama o, omuz silkti." On parmaginda on kara: Insanlara leke sürmeyi, kara çalmayi, iftira atmayi huy edinmis (kimse). On parmaginda on marifet: Çok hünerli, becerikli, ustaligi çok, elinden her is gelir. Onuruna dokunmak: Onurunu, haysiyetini incitmek."Dikkatli ol, birinin onuruna dokunacak is yapma." Oralarda (orali) olmamak: Anlamamis, sezmemis gibi davranmak."O sözler ona söyleniyordu ama hiç orali olmadi." Ortada kalmak: 1. Yersiz yurtsuz kalmak, barinacak yer bulamamak. 2. Iki sey arasinda kalmak. 3. (Bir seyi) kimse üzerine almamak."Belediye evlerini yikinca çoluk çocuk öylece ortada kaldilar." Ortadan kalkmak: 1. Görünmez, bulunmaz olmak. 2. Yok olmak."Sis ortadan kalkti." Ortadan kaybolmak: Nereye gittigi bilinmemek, sezdirmeden gitmek, görünmez hâle gelmek."Ali ortadan kayboldu." Orta hâlli: Ne zengin ne yoksul, ne iyi ne kötü, ne çirkin ne güzel."Onlar orta hâlli bir ailedirler." Ortaligi birbirine katmak: Kargasa çikarmak, herkesi birbirine düsürmek."Simdi gelip ortaligi birbirine katacak diye korkuyorum." Ortalik düzelmek: Tedirginlik kalmamak, toplum içindeki karisiklik yok olmak."Çok sükür ortalik düzeldi." Ortalik karismak: Kargasa çikmak, toplumda düzensizlik bas göstermek."Ortalik yine karisti, insanlar birbirine girdi." Orta mali: 1. Herkesin yararlandigi (sey). 2. Her isteyenle iliskide bulunan."Benim bisikletim orta mali mi ki herkes binmeye çalisiyor." Ortaya dökmek: 1. Gizli olan ne varsa açiklamak. 2. Çikarip göstermek."Bütün sirlarini ortaya dökmek için harekete geçti." O tarakta bezi olmamak: Bir seyle, bir isle ilisigi bulunmamak, o seyle ilgilenmemek."O tarakta bezi olacagini hiç sanmam." Ot yoldurmak: Çok güçlük çikarmak, zor bir is gördürmek, çok ugrastirmak. Oya koymak: Bir isin sonucunu belirlemek üzere oy verilmesini istemek, oylama yoluyla bir toplulugun görüsünü almak."Bu görüsü oya koymayi teklif ediyorum, kabul edenler el kaldirsinlar." Oy birligi: Bir toplantiya katilan, bir meseleyi konusan kimselerin ayni düsüncede olup ayni yönde oy kullanmalari."Sinif baskanini oy birligi ile seçtik." Oyuna gelmek: Aldatilmak, tuzaga düsürülmek."Onlarin oyununa gelmemeye çalis, dikkatli ol." Oyunbozanlik etmek: Mizikçilik etmek, birlikte yapilmasi gereken isten tek tarafli vazgeçmek."Oyunbozanlik etme de gel birlikte eglenelim." Oyun etmek: Aldatmak, kurnazlikla birini tuzaga düsürmek."Bana kötü bir oyun ettiler."
Ö Öbür (öteki) dünya: Ahiret, insanlarin öldükten sonra gidecekleri ve ebedî olarak kalacaklari âlem."Öteki dünyada insallah yüzümüz güler." Öç almak: Yapilan bir kötülügün acisini ayni derecede bir kötülük yaparak çikarmak."Öç alma fikrinden vazgeçirmeliyiz onu." Ödü patlamak: Ani bir olay sebebiyle çok korkmak."Fareden ödüm kopar." Öküzün altinda buzagi aramak: Kimi sebepler, bahaneler uydurarak suç ve suçlu bulma çabasinda olmak. Öküz öldü, ortaklik bozuldu: Aradaki yakinlik dayanagi kalkti, yakinlik da kalmadi. Ölçüyü kaçirmak: Uygun derecenin üstüne çikmak, asiri gitmek,"Sofraya her oturusunda ölçüyü kaçirirdi." Ölme esegim ölme (yaza yonca bitecek): Umutsuz bir bekleyisi anlatmak için kullanilir. Ölmek var, dönmek yok: "Neye mal olursa olsun, is sonuna kadar götürülecektir, yapilmasindan kaçinilmayacaktir" anlaminda kullanilir."Özgürlük yolunda ölmek var, dönmek yok bize." Ölü fiyatina: Yok pahasina, degerinden çok ucuza, az bir para ile."Arsalari ölü fiyatina satmak zorunda kaldik." Ölü mevsim: Isin veya alisverisin az oldugu, durgun geçtigi zaman dilimi."Bizim is en ölü mevsimini yasiyor." Ölüm Allah`in emri: 1. Herkes ölecek, ölüm mukadderdir. 2. Kesin karar verme durumunda kullanilir. Ölümü göze almak: Yaptigi is ugruna ölmekten korkmamak, yürekli davranmak."Allah yolunda ölümü göze aldi yigitler." Ölümüne susamak: Yapmakta oldugu tehlikeli iste ölümü kendi üzerine çekecek davranista bulunmak."Ölümüne mi susadin, çekil su arabanin önünden!" Ölüp ölüp dirilmek: 1. Çok agir bir hastaliktan kurtulmak. 2. Ard arda gelen sikintili, aci veren durumlara düsmek. Ölür müsün, öldürür müsün?: "Öyle ters bir is yapti ki ona mi ceza vermeliyim kendime mi?" anlaminda kullanilir. Ömrü billah: Hiçbir zaman, ya da simdiye kadar."Ömrü billah yalan söylememistir o." Ömrüne bereket: "Var ol, sag ol, ömrün uzun olsun" anlaminda kullanilir. Ömrü vefa etmemek: Bir seye kavusamadan, bir sonuca ulasamadan ölmek."Okulunu bitirip doktor olacakti ama ömrü vefa etmedi." Ömür adam: Begenilen, çok hosa giden, degisik düsünceleri olan adam. Ömür çürütmek: Uzun süre bir sey için emek vermis olmak, ya da bosuna zaman harcamis olmak."Bu ev için bir ömür çürüttüm ben." Ömür sürmek: Iyi ve rahat yasamis olmak."Uzun bir ömür sürdü dedem." Ömür törpüsü: Insani yipratan, yoran, sikintiya sokan, uzun ve yorucu is. Ön ayak olmak: Bir isin yapilmasinda ilk baslayan olup herkesi arkasindan sürüklemek."Haydi ön ayak olda kossunlar biraz." Öne düsmek: 1. Önderlik ya da kilavuzluk etmek. 2. En önde yürümek. Önüne gelen: Olur olmaz kimse, herkes, karsisina çikan."Önüne gelene sordu ama bulamadi." Öpüp basina koymak: Bir seyi minnetle karsilamak, seve seve kabul etmek."Adam sana is verecekmis, daha ne istiyorsun, öpüp basina koy." Örtbas etmek: Kötü bir durumu gizlemek, yayilmasini önlemek."Dairede yapilan yolsuzluklari örtbas edeceklerini sandilar." Örümcek kafali: Geri düsünceli, yenilikleri kolay kabul etmeyen (kimse). Öteden beri: Oldukça uzun zamandan beri, eskiden beri."Öteden beri sevmem ben onu." Ötesi çikmaz sokak: "Takip edilen yol yanlistir, bu yolla bir yere gidilemez, sonuç alinamaz, bir yere kadar gidilir ama daha fazla gidilemez" anlaminda kullanilir. Özenip bezenmek: Çok özen gösterip titizlikle, ayrintilarina varincaya degin ele almak. Özrü kabahatinden büyük: Bir kabahat için özür dilerken daha büyük bir kabahat isleyen kimse için söylenir. Özür dilemek: 1. Yaptigi bir yanlistan ötürü affedilmesini istemek. 2. Özrünü ileri sürerek yapilmasi kendinden istenen isi yapmamak, bundan bagislanmasini istemek."Özür dilerim, ben o kovayi tasiyamayacagim." Özü sözü bir: Düsünceleri, söyledikleri ve yaptiklari bir olan, ne düsünüyorsa onu söyleyen, içi disi bir olan kimse."Özü sözü bir olan insanlara rastlamak gittikçe zorlasiyor."
P Pabucu dama atilmak: Kendisinden üstün birinin çikmasiyla gözden düsmek, deger ve itibarini kaybetmek."Yeni bir elektrikçi aldilar, desene Murat`in pabucu dama atildi." Pabucunu ters giydirmek: Güç bir duruma düsürerek telâslandirmak, bu telâsla kaçmasina sebep olmak."El oglu bu, adama pabucunu ters giydirir, tetikte olmali insan." Pabuç birakmamak: Yilmamak, korkmayip yapacagindan vazgeçmemek."Ben öyle olur olmaz insanlara pabuç birakmam." Pabuç pahali: Girisilen isin tehlikeli oldugunu anlatmak için kullanilir."Bakti ki pabuç pahali, hemen geri döndü." Paçalari sivamak: Bir isi yapmak için hazirlanmak."Bir an önce paçalari sivayip ise baslamak istiyordu." Paçasi düsük: Giyimine, kilik kiyafetine pek dikkat etmeyen, sünepe. Paçayi kaptirmak: 1. Yakalanmak, ele geçmek. 2. Giristigi isten vazgeçmek istedigi hâlde kendini kurtaramamak. 3. Diledigi gibi davranamamak."Paçayi kaptirdik bir kere, yakamizi kurtaramiyoruz." Paçavrasini çikarmak: Çok hirpalamak, saglam yerini koymamak, ise yaramaz bir duruma getirmek."Bes kisiydiler, adamin paçavrasini çikardilar." Paçayi kurtarmak: Bir iliskiden veya önce girisip sonra pisman oldugu bir isten yakasini siyirmak."Çok sükür su belâli isten paçayi kurtardik." Paha biçilmez: Çok pahali, kiymeti ölçülemeyecek kadar yüksek."Paha biçilemez tablolar sergilenmisti." Pahaliya mal olmak: Kolay elde edilememek; para, özveri ve emek gerektirmek; zarara ve sikintiya yol açmak."Bu ev size pahaliya mal olsa gerek." Palas pandiras: Acele olarak, hazirlanmaya zaman bulamadan."Palas pandiras evden çikmak zorunda kaldik." Palavra atmak: Abartarak söylemek, yalan söylemek, olmayacak seylerden söz etmek. Paldir küldür: 1. Büyük bir gürültü ile. 2. Ansizin ve kurallara uymaksizin."Paldir küldür merdivenlerden inmeye basladilar." Pamuk ipligi ile baglamak: Etkisi az sürecek, köksüz, geçici bir çözüm yolu bulmak. Panige kapilmak: Çok korkmak, telâsa sürüklenmek."Çocuklar panige kapilacaklar diye endiseleniyorum." Papara yemek: Çok azarlanmak."Çabuk olun, annemden papara yemek istemiyorum." Para babasi: Çok zengin, parasi bol olan. Para canlisi: Parayi çok seven, paraya düskün. Para çekmek: 1. Banka veya benzeri bir yere yatirilmis parayi geri almak. 2. Bir kimseden çesitli yollarla para sizdirmak. Para dökmek: Bir sey için çok para harcamak."Dügün için az para dökmedi." Para etmemek: 1. Ise yaramamak, etkili olmamak. 2. Degeri pahasina satilamamak."Bu mallarin para edecegini sanmiyorum." Parasini sokaga atmak: Degeri olmayan bir ise ya da mala para vermek. Para kesmek: 1. Çok para kazanmak. 2. Devletin çok para basmasi."Bizim büfe âdeta para kesiyor." Para sizdirmak: Kandirarak, zorlayarak birinden para almak."Kabadayilar esnaftan az para sizdirmadilar." Para tutmak: 1. Parasini idareli harcayip kalanini biriktirmek. 2. Satin alinan seyin karsiligini para olarak hesaplamak."Aldigimiz esyalarin hepsi kaç para tuttu dersiniz?" Paraya çevirmek: Bir mali verip yerine para almak."Gidin, su dolaplari paraya çevirin de gelin." Paraya kiymak: Gereken yerde para harcamaktan kaçinmamak. Paraya para dememek: 1. Çok para kazanmak. 2. Bol para harcamak. 3. Elde olan parayi az bulmak. Para yapmak: Para kazanip biriktirmek."Gurbete para yapmaya gitti." Para yedirmek: Isini yaptirmak için birilerine kanunsuz, hak etmedikleri parayi vermek; rüsvet vermek."O binayi yaptirmak için belediyeye az para yedirmediler." Para yemek: 1. Çok para harcamak. 2. Rüsvet yemek, görevini kötüye kullanip bir is yapmak için birinden para almak."Insanlar artik açiktan para yiyorlar." Parmagi agzinda kalmak: Çok sasirmak, hayrete düsmek. Parmagina dolamak: Bir konuyu her firsatta, her yerde ele alip konusmak, o konu ile ugrasmak. Parmaginda oynatmak: Birine her istedigini yaptirmak, onu kukla gibi kullanmak."Beni parmaginda oynatamayacaksin alçak herif." Parmagini bile oynatmamak: Hiç tepki göstermemek, kayitsiz kalmak."Beni dövdüler ama o parmagini bile oynatmadi." Parmak basmak: 1. Bir nokta üzerine dikkati ya da ilgiyi çekmek. 2. Imza yerine parmagini mürekkebe batirarak bir yere bastirmak. Parmak hesabi: 1. Parmaklari kullanmak suretiyle yapilan hesap. 2. Hece vezni."Bizim bakkal hâlâ parmak hesabi yapiyor." Parmak isirmak: Büyük saskinlik duymak, hayrete düsmek."Yaptigim tatliyi görünce parmaklarini isiracaklar." Parmak kadar (çocuk): Yasça çok küçük, pek küçük (çocuk)."Parmak kadar çocukla is yapilir mi?" Parmak kaldirmak: 1. Olumlu oy vermek için el kaldirmak. 2. Bir toplulukta söz istemek için isaret parmagini kaldirip digerlerini yumarak el kaldirmak."Parmak kaldirarak söz istemeyi ögrenin artik!" Parmakla gösterilmek: 1. Bir sey az bulunmak. 2. Seçkin, ünlü olmak."O, çevresinde parmakla gösterilen bir adamdi." Parmaklarini yemek: Bir yemegin çok lezzetli oldugunu anlatmak için kullanilir."Böregi degil, parmaklarimizi yedik âdeta." Parsayi baskasi toplamak: Verilen emek karsiligini, emek veren degil, bir baskasi almak."Biz durmadan çalisalim parsayi da baskasi toplasin olmaz öyle sey!" Partiyi kaybetmek: 1. Biriyle çekistigi bir konuda yenilmek. 2. Elde etmeye çalistigi bir kazanci bir baskasina kaptirmak. Pasaportunu vermek: Kovmak, isten atmak."Patron üç isçinin pasaportunu eline verdi." Pas geçmek: Üzerinde durmamak, caymak, vazgeçmek, aldiris etmemek. Patirti çikarmak: Kavga, kargasa, gürültü çikarmak."Patirti çikarmadan oturun, babaniz uyuyor." Patlak vermek: Gizlenen ya da hos karsilanmayan bir durum aniden ortaya çikmak."Kim der di ki savas bu sabah patlak verecek." Pay biçmek: Bir fikir elde edebilmek için, durumu bir sey ile kiyaslamak. Payini almak: 1. Azarlanmak. 2. Kendine düsen kazanç miktarini almak. Paye vermek: Adam yerine koymak, deger vermek. Payidar olmak: Kalmak, yok olmamak, yasamak."Milletimiz ilelebet payidar olacaktir." Perdesi yirtik: Ar damari çatlamis, utanmaz, arlanmaz."Perdesi yirtilmis adamin, baksana neler söylüyordu!" Pergelleri açmak: Uzun adimlarla yürümeye baslamak."Pek vaktimiz yok, pergelleri açin da geç kalmayalim." Pay çikarmak: Bir olay ya da davranistan tecrübe kazanmak, hisse kapmak, tutulacak yolu belirlemek. Pes demek: Maglubiyeti kabul etmek, baskasinin üstünlügüne boyun egmek."Yenilecegini anlayinca sirti yere gelmeden pes dedi." Pestil gibi olmak: Çok yorulmus olmak; kimildayamayacak kadar bitkin, güçsüz düsmek. Pestilini çikarmak: 1. Çok dövmek. 2. Çok çalistirip adamakilli yormak. 3. Iyice ezmek."Kazma sallamaktan pestilimiz çikti." Pesini birakmamak: Bir seyi izlemekten vazgeçmemek."Adamin pesini birakmayin sakin!" Peskes çekmek: Kendisinin veya bir baskasinin malini bir çikar ugruna birisine uygunsuz olarak vermek."Yurdu düsmanlara peskes çekiyorlar." Peyda olmak: Ortaya çikmak, belirmek, olusmak."Kösede bir adam peyda oldu." Piliyi pirtiyi toplamak: Hemen bütün esyalarini toplayarak bir yere gitmek üzere hazirlik yapmak."Piliyi pirtiyi toplamis bekliyordu." Pire için yorgan yakmak: Önemsiz bir sey için kizip daha büyük zarara yol açacak davranis içine girmek. Pireyi deve yapmak: Küçük, basit bir olayi büyütüp mesele yapmak, asiri abartmak. Pisi pisine: Bos yere, bosuna."Pisi pisine vurdular çocukcagizi." Pis pis düsünmek: Karamsar, derin ve üzüntülü bir düsünceye dalmak."Pis pis düsünmeyi birak da bir yol arayalim." Pis pis gülmek: Birinin düstügü kötü duruma öç alir gibi, arsiz arsiz gülmek. Piskinlige vurmak: Çikari için kötü bir davranisa veya söze aldirmamak. Pismis asa su katmak: Yoluna girmis, bitmek üzere olan bir isi bozmak ya da aksatmak."Pismis asa su katabilir, onu buraya sokmayin." Pismis kelle gibi siritmak: Anlamsiz, çirkin, yersiz, dislerini göstererek gülmek."Pismis kelle gibi gülmeyi birak da isine bak." Posasini çikarmak: 1. Birini çok dövmek. 2. Bir kisi veya seyi sonuna kadar sömürmek."Ülkenin posasini çikardilar, biz hâlâ seyrediyoruz." Posta koymak: Birini korkutmak, gözdagi vermek, tehdit etmek."Bana posta koyacak adam daha anasindan dogmadi." Postayi kesmek: Iliskiyi kesmek, gidip gelisi sona erdirmek. Post elden gitmek: 1. Öldürülmek. 2. Bulundugu yüksek makamdan ayrilmak zorunda kalmak."Post elden gidince kahretti adam." Post kavgasi: Bir makami, isi ya da iktidari ele geçirme çekismesi."Seçimler yaklasti, post kavgasi da basladi." Postu kurtarmak: Can tehlikesini atlatmak, öldürülme tehlikesi olan yerden kaçip kurtulmak."Postu kurtardik çok sükür." Postu sermek: Kisa bir süre için gittigi yerde, saygisizca ve sorumsuzca uzun süre kalmak. Pot kirmak: Gaf yapmak, farkinda olmayarak karsisindakini kiracak, incitecek söz söylemek."Dikkatli ol, bir pot kirma sakin." Pösteki saymak: Içinden çikilmasi zor ve anlamsiz bir isle ugrasmak."Ne mi yapiyorlar? Pösteki sayip duruyorlar." Prangaya vurmak: Zincire vurmak, ayagina pranga baglamak."Prangaya vurulu olarak yillarca kaldi o hapishanede." Puan almak: 1. Spor karsilasmalarinda sayi kazanmak. 2. Bir test imtihaninda herhangi bir puan elde etmek."Su sorulardan hiç puan alamayacagimi saniyordum." Puan tutturmak: Gereken sayida puan kazanmak."Bu sene puan tutturup da üniversiteye girecek miyim bilmiyorum!" Punduna getirmek: Bir seyi yapmak için uygun sartlari elde etmek, firsat kollamak."Punduna getirir getirmez patlatti yumrugunu." Pupa yelken: 1. Alabildigince, hiçbir seye bagimli olmadan. 2. Yelkenler, arkadan esen rüzgârla sismis olarak, tam yolla."Pupa yelken açildik denize." Pusu kurmak: Birine saldirmak için, bir yere gizlenip beklemek."Düsmanlarimizin pusu kurdugundan tam zamaninda haberdar olmustuk." Pusulayi sasirmak: 1. Ne yapacagini bilemez duruma düsmek. 2. Dogru tutum ve davranistan ayrilmak."Iyice pusulayi sasirmadan uyarmaliyiz onu." Pusuya düsmek: Pusu kuran kimsenin saldiri alani içine girmek."Eyvah, pusuya düsürdüler bizi!" Put gibi: Kimiltisiz, sessiz, anlamsiz bir bakisla. Put kesilmek: Sessiz, kimiltisiz bir durumda kalmak."Onun bagirmasiyla herkes bir anda put kesildi!" Püf noktasi: Bir isin en ince, en önemli yeri. Püsküllü belâ: Kendisinden kurtulunmasi bir türlü mümkün olmayan, büyük sikinti, zarar veren kimse veya sey."Basima püsküllü belâ kesildi bu çocuk."
R Rafa kaldirmak (koymak): Bir is üzerinde artik durmamak, o isi kenara itmek, ihmal etmek."Bizim dosyayi yine rafa kaldirmislar." Rahat durmamak: Yaramazlik etmek, kimildayip durmak."Rahat durmadin, beni zor durumda biraktin." Rahatina bakmak: Hiçbir seye aldiris etmeden rahatini saglamaya çalismak."Bos ver, rahatina bak, sen mi düzelteceksin diyenlerden nefret ederim." Rahatlik (rahat) batmak: Rahat, iyi bir yerdeyken o yeri olmayacak nedenlerden ötürü terkeden insanlar için sitem biçiminde söylenir. Rahat yüzü görmemek: Huzur, bolluk, hiç rahatlik görmemek; sürekli sikinti, darlik içinde bulunmak."Su yasima geldim, hiç rahat yüzü görmedim desem yeridir." Rahmetli olmak: Vefat etmek, ölmek. Ramak kalmak: "Bir seyin olmasina çok az kalmak" anlaminda kullanilir."Makinenin elime degmesine ramak kalmisti ki güçlükle kendimi geri attim." Rast gelmek: 1. Düsünmedigi, beklemedigi bir anda biriyle karsilasmak. 2. Düsünmedigi veya düsünülmedigi hâlde payina düsmek."Desenli parça bana rast geldi." 3. Hedefi bulmak. 4. Bulmak."Pazarda kardesimi çok aradim ama rast gelmedim." Rast gitmek: Bir is istenilen biçimde gelismek. Rayina oturmak: Bozulmus, düzensiz hâle gelmis bir isi yoluna koymak, iyi duruma getirmek. Rekor kirmak: Eski rekoru asip yeni, üstün bir sonuç elde etmek."Kosuda yeni bir rekor kirilmasi bekleniyor." Rengi atmak: 1. Solmak. 2. Korku, heyecan sebebiyle benzi sararmak."Kumasin rengi bir yikamadan sonra atti." Renkten renge girmek: Heyecan, korku ve utanmadan dolayi yüzünün rengi degismek, sikilmak. Renk vermemek: Bir konu ile ilgili duygularini, düsüncelerini belli etmemek; bildigi hâlde bilmez gibi görünmek. Resmiyete dökmek: Bir is veya duruma resmiyet kazandirmak, onu resmî kanallardan halletme yolunu seçmek. Rest çekmek: 1. Kesin tavir almak, herhangi bir konuda son sözü söylemek. 2. Bir oyunda önündeki paranin tümünü ortaya koymak."Öyle bir rest çekti ki görmeliydiniz." Rol oynamak: 1. Bir oyunda rol almak. 2. Bir iste önemli katkisi olmak, etkisi bulunmak."Bu isin gerçeklesmesinde onun da önemli rolü oldu." Rota degistirmek: 1. Takip edilen yoldan ayrilmak. 2. Tutumunu, tavrini degistirmek, izledigi yoldan kopmak."Hava muhalefeti sebebiyle uçak rota degistirmek zorunda kaldi." Ruhu bile duymamak: Anlamamak; hiçbir bilgisi, haberi bulunmamak; olan biteni sezememek."Göreceksin ruhu bile duymayacak, onu bir güzel islayacagiz." Ruhunu teslim etmek: Ölmek."Ihtiyar ninem sabaha karsi ruhunu teslim etmisti." Rüyasinda bile görememek: Olacagini hiç aklina getirmemek, ihtimal vermemek."Bunu bana aldin ha! Rüyamda bile görsem inanmazdim!" Rüzgâr gelecek delikleri tikamak: Istenmeyen bir duruma veya zarar gelebilecek bir gelismeye karsi her türlü önlemi almak.
|