MEMDUH SEVKET ESENDAL

Memduh Sevket Esendal, 29 Mart 1883 tarihinde Çorlu'da dogdu. Çiftçilikle ugrasan ailesinin maddi sikintilari nedeniyle hiçbir mektepten mezun olamadi. 1906'da intisap ettigi Ittihat ve Terakki'de 1908'de müfettis oldu, çok genç yaslarda gizli politika isleriyle ugrasmaya, gizli kurumlara girip çikmaya baslayan Memduh Sevket, Farsça, Fransizca ve Rusça da ögrenerek kendi kendisini yetistirdi. Ittihat ve Terakki Firkasi'nda Kara Kemal'in siyasi cephe yardimciligini üstlendi, Mütarekede Italya'ya kaçti, Izmir'in isgalinde geri döndü. 1919'da Ali Ihsan Bey'le birlikte Mesleki Temsil Programini hazirladi ve bu görüsü Halk ve Meslek dergilerinde de isleyerek Cumhuriyet dönemine tasidi. Ulusal savasta Mustafa Kemal'e intisap eden, Memduh Sevket, 1920'de Azerbaycan Cumhuriyeti nezdinde Hük(met temsilcisi olarak görevlendirildi, 1924 yilinda Ruslarin Azerbaycan Cumhuriyetini lagvetmeleri üzerine Istanbul'a döndü, 1925'te Tahran elçiligine atanincaya kadar Galatasaray ve Kabatas Liselerinde tarih, cografya ögretmenligi yaparak geçimini saglamaya çalisti. 1925'de, Mesleki temsil görüsünü benimseyen eski arkadaslariyla birlikte Meslek gazetesini çikardi, siyasi rakiplerini tasviye için Izmir Suikastini plânlayanlarca, bu isten zarar görmemesi için elçilikle yurt disina gönderildi (1926). 1930'da Elazig'dan milletvekili yapilan Memduh Sevket Esendal, 1933 yilinda memur-milletvekili olarak Kabil, ardindan Moskova Büyükelçiligiyle görevlendirildi. 1941 yilinda Bilecik milletvekili olarak yeniden Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne döndü. Bir yil sonra da 1945 yilina kadar sürdürecegi Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreterligi'ne getirilen Memduh Sevket, II. Dünya Savasi'nin baslangicinda Almanya'nin yaninda yer alan Turancilari desteklerken, 1945'in basinda Japonya ile iliskilerin kesilmesi, Almanya ile Japonya'ya savas ilani konularinda Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne verilen önergelere imza koydu. 1945'de CHP Genel Sekreterliginden ayrilan Memduh Sevket, 1947'de Peker'e kirmizi oy veren 35. kisi olarak, CHP'nin 7. Kurultayinda liberal politikacilar kusaginin partide öne çikmasina katkida bulundu. Son yillarinda aktif siyaseti birakarak, eski öykülerini derleyip yayimlayan ve yeni öyküler yazan Memduh Sevket 16 Mayis 1952 tarihinde Ankara'da öldü.

Öykü Kitaplari
Hikâyeler (I ve II, 1946), Otlakçi (1958), Mendil Altinda (1958), Temiz Sevgiler (1965), Ev Ona Yakisti (1971), Sahan Külbastisi (1983), Veysel Çavus (1984), Bir kucak Çiçek (1984), Ihtiyar Çilingir (1984), Hava Parasi (1984), Bizim Nesibe (1985), Kelepir (1986), Gödeli Mehmet (1988), Güllüce Baglari Yolunda (1992), Gönül Kaçani Kovalar (1993)

Öykü - SAiDE 
1.
Ilk, ikinci, derece tahsilini Konya'da, yüksek tahsilini Istanbul'da Hukuk Mektebi'nde bitirmis, ufak bir memur olup adliyeye girmis, biraz da ilerlemisken, eline geçen bir firsatta yasinin geçkince olmasina bakmayarak hükümet hesabina Avrupa'da tahsilini tamamlamaya giden, eski mutasarriflardan Kozanli Halil Bey'in oglu Sinasi Halil Bey, lisansiye olup memlekete döndükten ve kendine Istanbul'da büyükçe bir hizmet de bulup yerlestikten sonra, bütün agirbasli insanlar gibi düsünerek evlenmeye, ev bark kurup çoluk çocuk yetistirmeye karar verdi. Bu karari da verince, kafasinda aile hukukuna, kadinlarin terbiye ve idaresine, çocuklarin yetistirilmelerine dair, neredense toplanmis kalmis bir yigin malumat, bir yigin hikmet bulundugunu anladi ve daha adi belli olmayan karisina karsi derin bir sevgi duymaya ve ona ölünceye kadar sadik kalmaya yeminler etmeye hazirlandi.
Firsat düstükçe arkadaslarina diyordu ki:
-Azizim, bir insan ya hiç evlenmemeli, yahut evlenirse, ölünceye kadar, karisina sadik kalmalidir. Baska türlüsüne benim aklim ermez. Aile hukuku demek, bu demektir.
Bugüne kadar bir kadin ile yirmi dört saat olsun bir yerde kalmamis, hayati burada ve yabanci memleketlerde pek uslu geçmis oldugunu bilen arkadaslari, onun bu sözlerinin samimi olduguna hiç süphe etmediler ve bir çocuk ruhu kadar temiz ruhundan gelen nutuklarini sessizce dinlediler.
Sinasi Halil Bey, birkaç ay düsündü, söyledi ve böylece kendini hazirlamis olduktan sonra, esini aramaya basladi. Dostlari yardim ettiler, çok zaman geçmeden Saide Hanim adinda bir kiz bulundu. Istinye'de oturan Kavakli Hakki Bey adinda ihtiyar bir doktorun kizi. Anasi tarafindan Sumnulu Hafiz Pasa'nin torunu. Ince boylu, kara gözlü, kasli, agirbasli, iyi terbiye, tahsil görmüs, yirmi bes yaslarinda bir hanim.
Sinasi Bey kizla görüstü, begendi. Kiz da onu begenmis olacak ki varmaya razi oldu. Kuruçesme'de dügün dernek evlendiler.

2.
Anasini hiç görmemis, üvey anasinin yaninda da pek az bulunmus, sonra da bütün ömrünü mekteplerde, bekar odalarinda geçirmis olan Sinasi Bey, evlilikte ummadigi rahati görmüs olmalidir ki, arkadaslarina:
-Dünya cennetindeyim, azizim, beni tebrik etmez misiniz diyor, sevinci de gözlerinden okunuyordu.
Bir yaradilista olmasalar bile, geçinmeye gönülleri olunca, bir anlasma yolu bulup birlikte kocayan kari kocalar çoktur. Sinasi Halil Bey, her ise karisir, fikrini söyler, uzun uzun nasihatlar eder, kendi hukuki kanaatlerine göre neticeler çikarir, yanildigini hiç aklina getirmez; evinde her iyiligin, her güzel seyin kendinden geldigine inanir. Karisi ise, sorulmadikça düsündüklerini söylemez, kimse ile teklifsiz olmak istemez, bagirarak konusmaktan hoslanmaz, daginik kiyafetle, kocasina bile görünmez bir kadin. Eger kocasi fikrini sorarsa, söyler. Bu fikir kocasina hos gelmez de münakasa açilirsa, Saide Hanim kendi kanaatlerini çok sogukkanlilikla sonuna kadar müdafaa eder. Kocasi ondan fikirlerini sormazsa, uzun nutuklari, nasihatleri sonuna kadar dinler ve bitince hiç sesini çikarmaz, bir evet bile demeye lüzum görmez, elindeki isine yahut kitabina bakar.
Sinasi Halil Bey, karisinin bu huyunu ögrendikten sonra ondan fikirlerini sormaz oldu. Ev temiz, dayali döseli, yemeklerin tadi yerinde, kadin güzel, sinirli degil, istedigin kadar söyle dinler... Ve dinliyorsa demek ki dogru buluyor... Sinasi Bey de ilerisine gitmez, evinde kendini hakim, biraz da müstebit bulur ve dünyanin en rahat, en mesut adami olduguna ve bu rahati kendi kafasi, kendi akli ile kurduguna inanir, arkadaslarina övünür, der ki:
-Azizim, mesut olmak için, akilli olmak kifayet eder; baht, talih... bunlar bos seylerdir! Ben lakirdi dinlemem.

3.
Bu saadet içinde bes alti yil, çabuk geçmis bulundu. Kuruçesme'nin bu sessiz, bu temiz evi, bu her gün biri birine benzeyen ölçülü, kavgasiz yasayis bilmeyerek ikisini de usandirdi. Geçen bes alti yil içinde iki erkek çocuklari olmustu. Beklenirdi ki bu çocuklar, evi senlendirsinler. Ancak yazik ki böyle olmadi.
Çocuklar, analarina çektiler ve evin sessizligi içine gömüldüler. Babalari bile onlarin yüzlerini seyrek görür oldu.
Hayatta sikayet edecek daha esasli dertleri bulunmadigindan, evlerinden sikayete basladilar. Yalniz alistiklari evi degistirip rahatlarini bozmaktan da korktuklarindan bir zaman sikayetle vakit geçirdiler. Sonra, artik sikayet yetmez olunca, Sinasi Bey kat'i kararini verdi ve ev aramaya basladi. Iki üç hafta sonra Sisli'de, cadde üstünde, büyük bir apartmanin ikinci katini kiralayip tasindilar.
Yeni evleri, ilkin onlari avuttu. Sonra bu mahallenin yasayisi, komsulari, isitilen sözler, görülen tavirlar, begenilen düsünceler Sinasi Bey'e yeni fikirler vermeye basladi. Sisli'ye tasindiklarindan alti ay sonra arkadaslarina diyordu ki:
-Azizim, ömrünü bir erkekle geçirmis, hatta hiç erkek yüzü görmemis kadin çoktur. Ama, ömrünü bir kadinla geçirmis bir erkek bulamazsin. Bu azizim, bir yaradilis meselesidir. Ben tetkik ettim: insanlar es tutan hayvanlardan ziyade tavuklara benziyorlar. Erkeklerde görülen bütün taskinliklarin sebebini bu yaradilis meselesinde aramalidir. Bosuna mi insanlar takim takim odaliklar, gözdeler, kadinlar beslemisler! Ben bu meselenin gelecek nesiller için, tabii ihtiyaçlara göre düsünülmesine muhalif olamam!
Bu meselenin tabii ihtiyaçlara göre nasil düsünülecegini söylemiyordu. Ancak nasil düsünülürse düsünülsün, bu nazariyeler bu kadar canli söylenmeye baslandiktan sonra sanir misiniz ki is yalniz gelecek nesillere birakilsin, tatbikat çok geride kalmasin ve Sinasi Halil Bey eskisi gibi uslu otursun?
Mektepten tanidigi bir eski arkadasinin yangin yerlerinden birinde, yikik duvarlar, çukurlar, hendekler arasinda yaptirdigi, içinde de tek basina oturdugu bekar evinde, gündüzleri gelici, geçici birtakim kadinlarla görüsmeye basladi. Ev öyle bir yerde ki, biri, kim gelip gittigini gözetlemek istese gelip kapinin önünde nöbet beklemeli. Bu emniyet, Sinasi Bey'e hos geldi... Kadinlardan adini saklayarak, bir kadinla iki kereden fazla görüsmemeye dikkat ederek yeni nazariyesinin tatbikatini ilerletmeye basladi. Bu sirada, aklini da her zamankinden çok begeniyor ve arkadaslarina diyordu ki:
-Akil, azizim... Insanin kafasi da yerinde olmali. Dünyada neler olur da kimsenin ruhu duymaz!
Arkadaslari bu sözlerinden ne demek istedigini anlamadilar. Neler yaptigini da bilmiyorlardi. Ama onun eski Sinasi Halil olmadiginin farkindaydilar ve yaptiklarindan çok fazlasini da ondan umuyorlardi.

4.
Bu günler, büyük muharebenin bittigi, kurtulus savaslarinin daha baslamadigi kara günlere rastgelir. Kösede bucakta ne kadar esir ruhlu, çürük adamlar varsa, meydana çikmis bulunuyorlardi. Silahlarini birakanlarin ne güne düseceklerini, düsman milletler ve onlarin yardakçilari, her zamandan ziyade bu günlerde ve her yerden ziyade Istanbul'da, bütün dünyaya gösterdiler. Birçok babalar, kadinlarinin, çocuklarinin yüzlerine bakamaz oldular. Çoklari, saskinliklarindan ve ne yapacaklarini bilmemezliklerinden sarhosluga ve serserilige vurdular. Bunlar arasinda ve tam bu sirada Sinasi Halil Bey de, piyasanin belli basli yildizlarindan Güzide adinda bir kadinla tanisti.
Bu kadin, Sinasi Halil Bey'in o güne kadar tanistigi, görüstügü kadinlarin hiçbirine benzemiyordu. Güzide, akilli kadin, hamiyyetli, fedakar kadin. Sinasi Bey'in degerini, büyüklügünü, onun yaninda kendi hiçligini anlayan kadin!...
Sinasi Bey ilkin bu eve misafir gibi gelip giderken, sonralari Güzide'ye gelip giden misafirleri çekemez oldu. Güzide onu seviyor, onun için yokluga katlaniyor. Okumus bir kadin degil ama, anlayisli; çok genç degil ama, güzel. Güzide'nin yaninda saatler bosa geçiyor. O, Sinasi bey için herkese kapisini kapadi. Sinasi Bey de onlari beslemeye basladi. Güzide'nin Handan adinda on sekiz yaslarinda bir kiz kardesi, bir de onun ciliz, hastalikli bir nisanlisi var ki hiçbir is görmez, evden disari çikmaz, kizin dizi dibinde günleri geçirir. Bunlar, Güzide ile beraber oturuyorlar. Onlari Güzide besliyor. Evde geçen üstü kapali lakirdilardan anlasiliyor ki Handan'a ayginlar, bayginlar çokmussa da, kizi daha kimseye çikarmiyorlarmis...
Güzide'nin bir de Suzan adinda bir arkadasi var. Hakki Hayran bey adinda birinin kapatmasi. Güzide'ye gelip gidiyorlar. Güzide hiçbir isini bunlardan gizlemiyor. Onlar Sinasi Bey'i de taniyorlar, konusuyorlar.
Bunlardan baska kimse, Sinasi Bey'in oraya gelip gittigini bilmiyor.
Sinasi Bey, geceleri de Güzide'nin evinde geçirebilmek için bir yol, bir yalan aramaya basladi, birkaç gün düsündükten sonra "Anadolu Yardim Cemiyeti"ne girdigini söyledi.
-Böyle bir cemiyet mi var? Yeni mi? Hiç adi duyulmadi.
Sinasi Halil Bey, Saide'nin bu sorusuna karsilik:
-Bu gizli cemiyet... dedi.
-Gizli olsun, gene adi duyulurdu! Ne ise sizden duymus olduk.
Saide Hanim, baska bir söz söylemedi. Sinasi Bey de Güzide'nin evinde geç vakitlere kadar kalmaya basladi. Orada onu, rakiya, kumara alistirdilar. Suzan dostu ile geliyor, Güzide, handan, nisanlisi Besim oturup ufak poker çeviriyorlar. Ne var, bu zamanda pokerin oynanmadigi bir cemiyet var mi? Dogrusunu söylemek lazimsa, bu Handan hos bir seydir! Pek ahlakli bir is olmasa da, Sinasi Bey bunu umuyor, arasira Suzan'i da düsünüyordu.
Sinasi Halil Bey, geceleri eve geç gelmeye basladi. Bir zaman da evi böyle alistirdiktan sonra geceyi disarda geçirmek tecrübeleri yapti. Her sey yolunda. Güzide'nin evinde geçen bir geceden sonra karisina yüz sandik cephaneyi Anadolu'ya gönderebilmek için müzakere edip, tertibat aldiklarini yahut depolardan silah kaçirdiklarini söylüyordu. Bir gün de, ise daha fazla renk vermis olmak için, eve büyükçe bir kutu getirdi ve bu kutuda dinamit oldugunu gizlice karisina söyledi. Kutuyu sakladilar. Bununla bir köprü atilacakmis.
Kim der ki, ömründe eline bir çaki biçagi almamis olan bu büyük hukuk adami, bir sandik dinamiti koltugu altinda tasisin?...
-Haaa? degil mi Saide? Su zamanin ettigi isleri görüyor musun?
Saide Hanim, bir kitap okuyordu. Basini kaldirdi, kocasini süzdükten sonra:
-Siz kendiniz de inanmiyorsunuz ya! dedi.
-Ama, inanilir seyler mi?
Saide hanim gülümsedi,
-Inanilir gibi degil, dedi.
Evde her sey yolunda, Güzide'nin evinde de her ihtiyat tertibi alinmis. Hizmetçiler tembihli. Dostlar arasinda bile kimse onu adi ile çagirmiyor. Handan, ona "Eniste Bey" dedigi için hepsi, Güzide bile eniste bey diyorlar. Apartmanin ara kapiya açilan hizmet kapisindan gelip gidiyor. Arkasinda kimse olmamasina dikkat ediyor. Güzide herkese yalniz yasadigini söylüyor. Evde misafir olursa "Eniste Bey"i bir odaya kapatip oturtuyor, kimseye göstermiyorlar. Her is yerinde, her tertip yolundaydi.

5.
Bir gün, ilik yaz günü, ögle üstü. Güzide'nin Bulgar çarsisindaki evinin yatak odasinda, genis, yumusak divan üstünde yari çiplak uzanmis konusuyor, dondurma bekliyorlardi. Kapi çalindi, Eleni geldi, dondurma getirdi sandilar. Gelen bir hizmetçi kizmis, bir mektup getirmis. Asçi kadin odaya gitirdi. Güzide'ye verdi. Güzide açti okudu. Sinasi Halil Bey'e bakti ve:
-Bu mektup sana, dedi.
-Bana mi, kimden?
-Evden olacak!
-Evden? Ne münasebet?
Sinasi Bey mektubu aldi. Saide'nin yazisi ile su satirlari okudu:
"Simdi Istinye'den Rüstem'i göndermisler, babam rahatsizlanmis, beni istemis, oraya gidiyorum. Ne kadar kalacagimi da bilmiyorum. Nimet Hanim da bu sabah arkadasini yollamaya gitti, geç kalirsa Kadiköy'de kalacagini Sara'ya söylemis. Sizi rahatsiz etmek dogru olmadigini biliyorsam da belki mühim bir isiniz çikar, bu gece de eve gelemezsiniz, çocuklar evde yalniz kalirlar, diye düsünerek bu mektubu yaziyorum. Acisini baska bir aksama çikarmak üzere bu gece evde bulunsaniz iyi olur efendim. Saide"
Sinasi Bey sarardi, sonra kizardi, Güzide'nin yüzüne bakti. Güzide:
-Buraya geldigini evde söyledin mi? diye sordu.
-Yoook! Hiç söyler miyim.
-E, nereden biliyor?
-Bilmem?
-Demek ögrenmis!
Sinasi Bey cevap vermedi. Mektuba bakip düsündü.
-O, beni bugün Maltepe'de bilir, dedi.
-Maltepe'de bilse, buraya mektup yazar mi?
-Ben evden çikarken, Maltepe'ye gidiyorum, demistim.
-Demekten ne çikar? O senin nerde oldugunu biliyormus.
-Kim? Saide mi? Nereden bilecek?
-Aaaa, mektup ondan degil mi?
Sinasi Bey elindeki mektuba bakti,
-Mektup ondan, dedi.
-E?
-Saide'nin burayi bilmesi bana pek tabii görünmüyor.
-Ne gibi?
-Beni Maltepe'de bilmesi daha dogru gibi geliyor!
-Neden? Dogrusu sizin burada oldugunuzdur, o da dogrusunu biliyor.
-Nereden biliyor?
-Ben bilir miyim? Onu kendisinden sormali!
Güzide, Saide hanimi tanimaz. Sinasi Bey'in evdeki ihtiyat tedbirlerini bilmez. Kari koca arasindaki emniyetin farkinda degildir. Bu mektubu Saide'nin yazamayacagini Güzide anlayamaz. Bu mektup Saide'nin bile olsa... Yok Saide'nin olamaz. Bir tesadüf mü? Yazi Saide'nin olmasa kim yazabilir ve niçin?
Sinasi Halil Bey, düsündükçe dalginlasiyor ve dalginlastikça ne düsünecegini sasiriyordu. Onun böyle derin düsüncelere daldigini görünce Güzide sikildi, kizdi:
-Ben anlamiyorum ki, dedi. Bu zamanda metresi olmayan var mi? Niçin erkekler böyle oluyorlar?
-Nasil oluyorlar, diye Sinasi Bey sordu.
-Öyle ya, bir mektupla kadinlariniz sizi saskina çeviriyorlar.
-Hiç degil, neye saskina döneyim? Ben baska sey düsünüyorum. Bu oyunu elbette birisi bana oynadi.
-Hangi oyunu?
-Bu oyunu, Saide bu mektubu yazamaz.
-Neden yazamiyormus?
-Yazamaz...
-Bu da tuhaf, o yazamaz da kim yazar?
-Bilmem?
-Hadi canim, çocuk olma. Bos yere de aklini yorma. Onu karin yazmistir.
Sinasi Bey cevap vermedi. Eger bu mektubu Saide yazmis göndermis ise, onun evi yikilmis demektir. Bir daha Saide'nin yüzüne nasil bakmali. Saide ona sordugu zaman ne cevap vermeli? Evinin idaresi ne olacak? Bakalim Saide onunla oturmak isteyecek mi? Karisini, çocuklarini nasil birakmali? Saide'ye yalvarsa... Acaba Saide vazgeçer mi? Sinasi Bey, yeniden evinde eski mevkiini tutabilir mi? Saide bunlari ögrendi bir günde ögrenmedi ya! Neden kocasina hiçbir sey açmadi? Sakin Handan, yahut Suzan bunu bir alay olsun diye, yapmis olmasinlar? Ama, onlar Istinye'deki evi, Rüstem'i nereden bilecekler? Keske bu is böyle bir alay olsa! Bir daha tövbeler olsun. "Ne Güzide'nin evine, ne de baska birinin evine ayak basmayacagim. Nereden de kendimi çirkefe attim?" diye düsünüyordu. Buradan bir ayak önce çikmali. Onun düsüncesini Güzide yüzünden okudu. Sinasi Bey'in korkakligina kizdi:
-Canim, dedi, söylemeyeyim diyorum ama, dayanamiyorum. Ne oluyorsunuz? Sizin buraya geldiginizi biliyorlar: Iyi ya, varsin bilsinler. Ne olur, kiyamet mi kopar? Metresi olan bu dünyada yalniz bir Sinasi Bey degil ya! Evden bunu biliyorlarmis, bugüne kadar da ses çikarmiyorlar. Pekala, siz de alinmazsiniz olur gider. Bunun düsünecek nesi var?
-Karim biliyordu da neden bugüne kadar bana hiçbir sey söylemedi?
-Onu, gidince evde kendisine sorarsin. Ben olsam, hiç bozman. Mademki biliyor, varsin bilsin.
Sinasi Bey, hiç sesini çikarmadi.
-Hiç sesini çikarmiyor. Evden korkuyor musun?
-Çocuk gibi söyleme, neden korkayim. O senin dedigini ben yapamam.
-Neden?
-Yapamam.
-Böyle kirk yil korku çekecegine, bir kere söyler kurtulursun. Bak, bir mektupla ne kiliga girdin. Aynaya baksana!
-Aynaya ne bakayim. Ben suratimi bilirim.
Bunu söylemekle beraber, Sinasi Bey gene aynaya bakti. Yüzünü bozuk, kendini çirkin buldu. Eleni'nin getirdigi dondurmalar masanin üstünde su olmustu. Ikisi de yemek istemediler. Güzide, Sinasi Bey'in gittikçe dalginlastigini, mektubun tesiri ile sasirdigini görerek kizdi. Sinasi Bey'i de kizdirmak isteyerek:
-Ama, begendim, dedi. Usta bir haniminiz varmis. Keske benim de bir kocam olsaydi da, ben de bu oyunu oynasaydim. Dogrusu kadina imrendim! Erkeklere böylesi yarar.
Sinasi Bey istemeyerek:
-Nasili yarar, diye sordu.
-Iste böylesi!... Kadin kim bilir ne kadar yalan dinlemistir. Ama, hepsinin acisini birden çikardi.
Sinasi Bey cevap vermedi. Bu erkekler hem karilarini birakir, gelirler; hem de sonra ufak bir seyden korkar, kaçarlar. Ister evlen, ister serbest yasa!
Güzide de somurttu. Sinasi Bey'e, kalkip bu evden çikmaktan baska yapacak kalmadi. Allah vere de kimse görmeden buradan çikip gidebilse. Çünkü kapidan çikarken, onu yakasindan tutup yüzüne tükürebilirler.

6.
Sinasi Bey, Güzide'nin evinden çikarken hirsizlik etmis gibi korka korka çikti ve biraz uzaklasinca kimsenin kendisini görmedigine, arkasindan gelmedigine emin olmak için bakinarak, uzaklasti. Aksama kadar da basibos, sokaklari dolasti. Görünüyor ki, bu mektubu ona Saide yazmisti. Baska türlü olamaz. Ama, Saide bunu nasil ögrendi? Biri mi ona söyledi? Kim söyleyebilir? Evi nasil buldu? Saide onun söyledigi yalanlara inanmamissa neden inanmadigini söylememisti. Bir kadin, kocasinin baska kadinlara gittigini bilir de, susar mi?
Nereye gittigini, ne yaptigini bilmeyerek sokaklari dolasti, gezdi, verebilecegi son karar Saide'ye her seyi inkar etmek oldu... Mektubu almamis olacak. Evdekilere bir sey sezdirmeyecek: Saide Hanim açarsa ona da inkar edecek. Saide gözü ile görmüs olsa: gene inkar!... Eger inkar etmezse, artik, evinin babasi, Saide'nin kocasi degil, demektir. Hakli olmasa bile, evinin idaresinin selameti için biraz zalim olmaktan baska yapacak yok... Saide'yi görünce kaslarini çatacak, eger Saide bir sey sorarsa, kisa cevaplar verecek, o suretle davranacak ki Saide ona çok sual sormaya cesaret edemesin. Bu is geçistirilebilirse, ancak böyle geçistirilebilir. Yumusak durmak, yalvarmak, sakali ele vermek demektir. Sonra artik evin idaresi ne olacak? Saide ile yerlerini degistirmis olacaklar.
Saide becerebilir mi? Beceremez! Olmaz, inkar etmek dogrudur. Bu kararla eve geldi. Sara ile çocuklar yalnizdilar. Asçiyi da bugün karakola çagirmislar, daha dönmemis. Niçin çagirdiklarini Sara bilmiyor. Sinasi Bey süphelendi. Polis, tahkikat mi yapiyor? Sakin Saide bir gevezelik etmis olmasin? Yoksa evdekiler bilir bilmez bir halt karistirdilar da, hükümet onu mu haber aldi? Herkes onun karisini aldatmak için yalan söyledigine inanmaz. Anadolu'ya yardim ediyor dediler mi, Arapyan hanini boyladigi gündü... Hay kör seytan! Bunu nasil anlamali? Karakoldan sormak olmaz, süphelenirler. Bir aralik evden savusmak da aklina geldi; ama, faydasiz buldu. Bir kere onu aramaya görsünler, nerede olsa, ne zaman olsa bulurlar. Daha da fena olur. Sonra Saide hanimi düsündü. "Imkani var mi, Saide bir gevezelik etsin?" Gevezeligi Saide Hanima yakistiramadi. Söylenecek sözü söyleyen kadin, hiç gider de gevezelik eder mi? Ben hapse girsem, bütün yalanlar dogru olur, diye aklindan geçti.
Sara, Saide Hanim'in Istinye'ye gittigini, Nimet Hanim'in da gece evde olmayacagini söylüyordu. Mektupta yazilanlarin hepsi dogru çikiyor. Zaten yanlis olmasinda imkan var mi? Mektubu baskasinin yazmis olmasini düsünmek, Sinasi Bey'in kendi kendine icat etmek istedigi bir tesellidir. Ona göre, oturup bir daha düsünmeli. Simdi bu isde yalan söylemek o kadar kolay degil... Ne ayip...
Bir gün gelip de karisinin karsisina böyle bir suçla çikacagini hiç aklina getirmezdi. Hovardalik ona yarasir mi? "Bunlari ben mi yaptim? Nasil oldu da düsünmedim? Saide acaba beni nasil karsilayacak? Acaba neler biliyor? Bu Yahudi kizi da birtakim seyler bilir ya! Benim için sormak olmaz."
Sinasi Bey, salonun ortasinda durdu, basina gelen bu büyük felaket nasil atacagini bir daha düsündü. Bir hamlede bu isi bitirmeye bir çare yok mu? Dis agrisi çekmis de, canindan bezmis adamlara benziyordu. Kalkip Istinye'ye gitmek olmaz mi? Ne olacaksa olsun, bitsin. Eger Saide bir kavgaya karar vermisse, bu firtina Istinye'de belki daha kolay geçer. Sonra kaynatasi aklina geldi. Ondan utandi. Eger Doktor agir hasta ise, büsbütün ayip olur... Eger Saide, yarin da gelmezse, o zaman Doktor'u yoklamaya gitmenin dogru olacagini düsündü. Doktor agir hasta ise, Saide hiçbir sey söylemez. Saide Hanim'la münakasanin kolay olmadigini biliyordu. Hiç akla gelmedik bir yerden tutturabilirdi... Ilk isi, onun neler bildigini ögrenmekti. Gene Sara aklina geldi. Eger Sara ile konusulsa, Saide Hanim'la konusmak çok kolay olurdu.
Sinasi Bey geziniyor, düsünüyor, kendini avutamiyordu. Bir aralik çocuklarini görmek istedi. Yemek odasina indi. Sara, onlara yemeklerini yediriyordu. Sinasi Bey'i görünce:
-Sizin için de hazirladim, dedi. Simdi verecegim.
Çocuklar, babalarini görünce gülümsediler. Küçük Orhan, elindeki ekmek parçasini uzatti. Saide bunlari nasil da kendine benzetmis! Bu gülümsemeleri tipki analarinin gülümsemesi. Bu çocuklari, kedi, yavrusunu saklar gibi saklayip büyütüyor. Hafta geçiyor da Sinasi Bey, onlarin yüzlerini göremiyor. Çocuklar, Nimet Hanim isminde bir kizin elindedirler. Bu Nimet Hanim kimdir? Saide bu kizi nereden buldu? Sinasi Bey bilmiyordu. Sinasi Bey büyük oglu Irfan'a sordu:
-Bugün gezmeye çiktiniz mi?
-Gittik. Nimet Hanim yok.
-Kim götürdü?
Irfan, Sara'ya bakarak:
-Sara götürdü.
-Nereye gittiniz?
-Bahçeye gittik, Harbiye'ye gittik, Maçka'ya gittik. Biraz sonra Irfan babasina:
-Orhan'in tramvayi bozuldu, dedi.
-Kim bozdu?
Çocuklar cevap vermediler. Kim bozdu? Kimse bozmadi. Kendi kendine bozuldu. Irfan:
-Içi bozuldu, diye cevap verdi.
-Oyuncaklarini bozan çocuklara bir daha oyuncak alinmaz.
Irfan, çatal agzinda, biraz düsündü, cevap vermedi. Babasinin sesinde, bir darginlik, bir azar sezdi. Dogru mu? Biraz durduktan sonra:
-Annem söyler, Nimet Hanim alir, dedi.
Orhan da,
-Nimet Hanim alir, diye, tekrarlardi.
-Oyuncaklarini kiran çocuklara Nimet Hanim da almaz, diye Sinasi Bey israr etti.
Irfan, babasina bakti, hiç cevap vermedi. Onun sözlerinden ne anladigi da belli olmadi.
Bu çocuklari kendisine benzettigi için Sinasi Bey karisina kiziyordu. Oyuncaklarini kirarsa ceza görecegini çocuga ögretmelidir. Çocuklar ceza nedir bilmiyorlar. Ilkin analarini adam etmek isterdi. Sinasi Bey, ona ne güzel ne esasli fikirler söylemistir, ama, Saide dinlemez ki! Dinlemiyormus ki, bak, simdi hepsi meydana çikiyor. Kocasina bile inanmiyormus! "Inanmayabilir ama söylemeli ve neye inanmiyorsa onu benden gizlememeliydi ki yanlis fikirlerini düzeltebileyim." Sinasi Bey, Saide'ye yeni kusurlar buldukça kendisini avutmus gibi oluyordu. Yemek odasinda gezinmeye basladi. Çocuklar, Sara ile konusuyorlardi. Sinasi Bey onlarin ne dediklerini bile anlamiyor. Bu çocuklarin analarina çok benzemis olmalarina sikiliyordu.
Sara, çocuklari doyurduktan sonra, odalarina da çikardiktan sonra Sinasi Bey'e de yemek verdi. Sinasi, ayakta olursa kendini rahat buldugu için yemegi tez bitirmeye çalisti ve hemen hiçbir sey yemedi. O yemekte iken Sara asçinin geldigini haber verdi. Sinasi Bey, asçiyi yanina istedi, neden karakoldan çagirdiklarini sordu. Asçinin bir hemserisi varmis, onun yerini soruyorlarmis.
Keske, Sinasi Bey'i sorsalardi da, asçi gelip onu evde söyleseydi. Saide sasardi. Su dakikada onu hapse kaldirsalar, sevinecegini saniyordu. Yemekten sonra yukari çikti, saatlerce gezindi. Bir aralik o zamana kadar yapmadigi seyleri yapti. Karisinin kitaplarini, notlarini, kagitlarini karistirdi. Bu kitaplarin aksi gibi hepsi Ingilizce, çogu da roman! Saide, kocasinin çok uzun nasihatlerine aldirmayarak gene bu romanlari okuyor! Sinasi Bey'e göre, yalan söylemekle yazmak ve dinlemekle okumak arasinda hiç fark yoktur. Biri yalan söylerse ona kiziyorlar, dinlemiyorlar da, yazarsa okuyorlar ve kizmiyorlar. Romancilar, müsavi yalancilar... Romanin yalan oldugunu ispat etmek ister mi? Demek, yazarlar, yalancidirlar. Okuyanlar nedirler? Insan yalani bilmeyerek okur; ama, yalan oldugunu bildikten sonra gene okumak ister mi? Biz niçin Avrupa'nin iyiliklerini alamiyoruz da, hep böyle sakat yerlerini, edebiyattir, sanattir diye taklide ugrasiyoruz? Avrupa'da da agir basli, kendini bilir takimi roman okumazlar...
Sinasi Bey, bu hakikatleri, belki kirk kere uzun uzun nasihatlerle anlatmis ve kendisinin hiç roman okumadigini söylemis. Saide Hanim da sanki anlamis gibi görünmüs olmasina ragmen iste gene bir sürü roman! Yalniz bu romanlar için de degil, simdi Sinasi Halil Bey, çok iyi anliyordu ki Saide her iste kocasini dinlemis, anlamis gibi görünmüs, sonra gene kendi bildigini yapmis. Bu ev güzel, temiz, her seyi yerinde bir ev; ama Sinasi Bey'in istedigi ev degil. Bu çocuklar, Sinasi Bey'in bilmedigi adamlar tarafindan terbiye olunmuslar. Bunlarin hepsi Saide'nin... Bu kadin, ne kadar inatçi, sinsi bir kadinmis. Sinasi Bey, Saide'nin fotografini aldi, bakti. Arkasinda koyu renkli bir elbise ile bir sandalyede oturuyor ve Sinasi Halil Bey'in gözlerinin içine bakiyor. Inatçilik gözlerinden, kaslarindan, bakislarindan, bu güzel kafanin her yerinden belli oluyor. Sonra karisinin güzelligi gözüne çarpti. Karisi olmasa, adam, bunu elde etmek için ne çapkinliklar etmez! Bu gözle bakinca karisini kiskandi. Insan inanabilir mi ki bu kadinin göynünde Sinasi Halil Bey'den baska bir erkegin gölgesi gezinmiyor? Gezinmemesi de tahmin olunabilir mi? Böyle bir hak olsa bile, kadin onu dinler mi? Nasil oluyor da bizim erkeklerin birçoklari kadinlarinin baska erkekleri görmedigine, begenmedigine inaniyorlar?
Sinasi Bey, Saide'nin de, pek nazari de olsa, bir gözdesi olabilecegini düsünmeye bile dayanamiyordu. Bu fikirleri kafasindan atabilmek için baska odaya geçti. Saide'nin baska birini sevmesi düsüncesi ile kendi derdini unutur gibi oluyordu. "Ya Saide birini seviyorsa..." Bu süphe beynini yakmaya basladi ve Saide'nin çekmecesini, dolaplarini, dikis kutusuna kadar her seyi deli gibi arastirdi. Onun yazi yazdigi masanin gizli gözü var mi diye bakti. Piyanonun içini bile karistirdi, yorgun düstü. Saide, benden baska erkegi sever mi diye kendi kendine soruyor ve bu sualin karsiligini veremiyordu. Saide'nin düsüncesi, ruhu, ona kapali. Kari koca bugüne kadar, sanki resmi yasamislar. Bunun kabahati kimde?
Bir aralik kapi çalinir gibi geldi, gündüz asçi meselesinden kalan bir korku ile titredi. Bu vakit kim gelir? Polisler gelmis olmasinlar? Dinledi. Ses yok. Yavasça içeri odaya geçti, balkon kapisini açti, uzandi sokak kapisina bakti. Kimseler yok. Balkonun parmakligina dayanip sokaga bakmaya basladi. Tramvaylar durmus, geçenler seyreklesmis, uzaktan bir gramofon sesi var. Iki kedi yaya kaldiriminin kenarinda oturmuslar, birbirlerine bakisiyorlar, sanki konusuyorlardi. Biraz sonra biri kalkti kaçti, öteki de hemen arkasindan firladi. Kaçan durup, kovalayani tirmalamak istedi.
Karsi apartmanin kösesine sikismis, baraka kahveden bir adam bir kürek ates çikardi. Yaya kaldirimin kenarina döktü. Kivilcimlar asagi meydana dogru uzandilar. Sokakta, evlerde, her seyde bir uyku kokusu vardi. Gecenin serin havasi, Sinasi Halil Bey'e biraz rahatlik vermis gibiydi. "Yatsam, acaba uyuyabilir miyim?" diye düsündü, yatip da uyuyamamaktan korktu; ama korktugu basina gelmedi. Sabaha kadar yatti, hem de uyudu.

7.
Sinasi Halil Bey, ertesi gün dairesinden döndügü zaman karisini evde buldu. Kari koca, Sinasi Bey'in yatak odasiyla Saide'nin çocuklariyla yattigi oda arasindaki küçük salonda karsi karsiya geldiler. Sinasi bey, rengi sari, kaslar çatik, agir bir tavirla:
-Neymis Doktor'un hastaligi, diye kaynatasini sordu.
-Rahatsizligi hiç, üsümüs biraz... Rüstem anlamamis, beni telasa düsürdü. Beni annemin arsa senedini aramak için çagirtmislar. Senet bendeydi. Bu sabah yolladim.
Sinasi Bey karisinin yüzüne bakti. Onun ne sesinde bir darginlik var ne tavrinda bir degisiklik. Sanki, ne Güzide'den haber almis, ne de Sinasi Bey'e mektup yazmis! Sakin o mektubu baska birisi yazmis olmasin?
Saide Hanim, kocasina cevap verdikten sonra kapiya dogru gitti, Sara'yi çagirdi ve elindeki çocuk çamasirini vererek:
-Bak dügmelerini diktim, dedi, Nimet Hanim'a söyle, olursa bunu giydirsin.
Sonra döndü, pencere yaninda bir sandalyeye oturdu. Basini çevirip sokaga bakti. Eger kocasi ona bir sey sormasaydi, "Havada yagmur sikintisi var" diyecek sanilirdi.
Sinasi Bey eleri pantolonunun ceplerinde kapidan kapiya gidip geliyor, sinirinden de bacaklari titriyor, dizleri kesiliyordu. Her seyi inkar etmeye karar vermisken karisinin bu kayitsizligi onun bütün kararlarini altüst ettiginden hemen düsünmeyerek:
-O mektubu sen mi bana yolladin, diye sordu.
Saide, kocasina bakti. Sanki bu sorusun altindan ne çikacagini anlamak ister gibi:
-Ben yolladim, dedi. Rüstem beni sasirtti. Çocuklar yalniz kalacak, haber vermek istedim...
-Him...
Biraz sonra gene Sinasi Bey,
-E, sen benim orada oldugumu nereden biliyordun?
-Tahmin ettim.
-Ben sana Maltepe'ye gittigimi söylemistim.
-Hatirlamiyorum.
-Benim hatirimda!
-Olabilir.
Sinasi bey biraz gezindikten sonra:
-E, sen o evi nereden biliyordun, diye sordu.
-Ben o evi bilmiyorum. Mektubu Sara götürdü, dedi.
-Sara nereden biliyormus?
-Bilmem, sormadim.
-E, Sara'nin bildigini sen nasil bildin.
-Tahmin ettim. Hizmetçiler bilirler!
-Benim o eve gittigimi de hizmetçiler mi söyledi?
-Hayir, onu Ali Bey'in kizlari söylemislerdi.
-Ali Bey'in kizlari mi? Ne münasebet. Onlar nereden biliyorlarmis?
Saide Hanim tavrini bozmadi:
-Bilmem, sormadim, dedi. Onlar da birinden isitmislerdir.
-Birinden, kimden?
-Bilir miyim! dedi.
-Sormaliydin, elbette bu lakirdiyi bir çikaran var.
Saide Hanim gülümsedi,
-Hangi lakirdiyi? diye sordu.
-Iste benim oraya gittigimi.
-Sizin oraya gittiginiz yalan mi?
-Yalan olmasa da, gene bir çikaran var elbette...
-Çikaran demeyin de, kimden duyuldu deyin, daha dogru olur.
-Olsun, benimle kim ugrasiyor.
-Kimsenin ugrastigi yok canim, bu bakkalin, çakkalin herkesin bildigi bir sey, gizli degil ki!
Biraz durduktan sonra gene Saide Hanim,
-Bakkal, dedi, öteki evin hesabini da sizin adiniza yaziyor. Onlar da bizim bakkaldan alisveris ediyorlarmis. Geçende bir yanlislik bile oldu. Sara'yi yolladim da düzeltti. Insan, Güzide gibi cihanin tanidigi bir kadinla yasar da, hiç gizli kalir mi? Herkes arkanizdan size "Eniste Bey" diyor. Ad bile takmislar!
"Eniste Bey" sözünü isitince, Sinasi Bey fena halde bozuldu. Kizardi. Dudaklarinin arasindan:
-Rezalet, dedi.
Utaniyordu. O kendini çok vakarli görür, herkesin ona hürmet borçlu oldugunu sanirken, hizmetçilerin, bakkallarin eglencesi olmus! "Eniste Bey" diye ona gülüyorlarmis. Saide mektubu yazmasa, Sinasi Bey de ona sormasa